ebooksgratis.com

See also ebooksgratis.com: no banners, no cookies, totally FREE.

CLASSICISTRANIERI HOME PAGE - YOUTUBE CHANNEL
Privacy Policy Cookie Policy Terms and Conditions
Alman kültür tarihi - Vikipedi

Alman kültür tarihi

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Düzenle Bu madde, Vikipedi standartlarına uygun değildir ve bu nedenle düzenlenmesi gerekmektedir.
Maddeyi Vikipedi standartlarına uygun biçimde düzenleyip, geliştirerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.
Bu madde Mart 2007 tarihinden beri, düzenleme isteğiyle etiketlidir.
Almanya tarihi
Bu kutu: gör  değiştir

Alman kültür tarihi Türkiye'de kullanılan bu kavram Almanca "Deutsche Kulturgeschichte" kavramından biraz farklıdır. Bu kavram Almanya'da daha çok "düşünce tarihi" olarak anlaşılırken bizde Almanca eğitim veren yüksek öğrenim kurumlarında Türk tarihini bilen öğrencilere Alman edebiyatı ve Alman dili öğretilirken tarih boyutu ön plana çıktığı için Alman tarihini öğretmenin bir aracı olarak işlev görmüştür ve görmektedir.

Almanların Kültür Tarihini Avrupa'nın kültür tarihinden ayırmak oldukça güçtür. Çünkü Avrupa'nın merkezinde bulunan bu ülke, tarih boyunca İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya ile birlikte Avrupa'nın, dolayısıyla dünyanın kaderini belirleyen ülkelerden birisi olmuştur. Ayrıca, herhangi bir Avrupa ülkesini (kültür) tarihi ancak diğer ülkelerle ilişkisi içinde anlaşılabilir. Bu nedenle burada anlatılanlar Avrupa Kültür Tarihi olarak da görülebilir.

Aslında Alman Kültür Tarihi bugünkü Almanya'nın siyasi sınırları tarafından belirlenen alandan çok daha büyük bir alanı kapsar. Düşünce tarihi açısından Almanca konuşulan ülkeler olarak Almanya, Avusturya ve İsviçre birbirleriyle çok yakın ilişkiler içindedir. Ayrıca, Almancanın Avrupa'nın diğer ülkelerinde yaşayan birçok azınlık tarafından da kullanıldığı göz önüne alındığında "Alman Kültür Tarihi" kavramının neredeyse bütün Avrupa'yı kapsadığı ileri sürülebilir. Bu nedenle bu maddede kullanılan "Alman" kavramı Almanca konuşulan bütün ülkeleri ve azınlıkları kapsamaktadır.

Konu başlıkları

[değiştir] Alman kültürünün tarihsel kökenleri

[değiştir] Antik kültür

Batı kültürünün, dolayısıyla Alman kültürünün de ilk kaynağı Antik kültürdür. Antik dönem ise antik Yunan ve Roma Dönemlerini kapsar. Antik Yunan düşünsel ve felsefi açıdan belirleyiciyken Roma Dönemi hukuk ve devlet yönetimi açısında belirleyici olur.

[değiştir] Antik Yunan

Antik Yunan kültürünün ilk kaynakları Homer'e kadar uzanır (M.Ö. 800). Homer yazdığı Ilyada ve Odisse adlı destanlarında Antik Yunan kültürünü oluşturur. Homer, dönemin insanları tarafından da bir öğretmen olarak görülür. Kültürel gelişmenin bu ilk aşaması aristokrat tavır tarafından belirlenir. Destanlardan sonraki aşamada trajedi öne çıkar. Aichilos, Sophokles ve Euripides tarafından yazılan oyunlar aracılığıyla siyasal ve dinsel dünya düzeni kavranmaya çalışılır. Avrupa kültürünün temelini oluşturan felsefe işte bu koşullar altında ortaya çıkar. Yunan filozofların en önemlililerinden birisi de Sokrat'tır ve gerçeğe ulaşmak için "sorgulama" yöntemini kullanır. Dönemin önemli filozoflarından Aristoteles (Aristo) ve Platon (Eflatun) da kendi anlayışlarınca düşünsel dünya düzenini kavramak isterler. Platon'un diyalogları sayesinde düşünce, özgürlük, ölümsüzlük, akıl, eros, yasa ve siyasal düzen gibi felsefenin temel kavramları şekillenir. Aristoteles ise varlık alanlarını gözönüne almak suretiyle felsefeyi sistematik hale getirir. Yunan felsefesi insan aklının önemini keşfeder ve bilimin insan için öneminin farkına varır.

Felsefeyle birlikte, hatta onunla içiçe gelişen bir diğer alan da Sofistlerin retorik sanatıdır. Hitabet sanatı olan retorik, kamu yararına olmak üzere gençlere bilgi ve deneyimlerin aktarılma bir aracı olarak kullanılır. Eğlencelerde, toplantılarda ya da mahkemelerde yapılan konuşmalarda demokratik yaşam biçimlerinin izleri görülür. Toplumsal ve kültürel faaliyetler yeri Polislerdir. Polis, bütün kültür, edebiyat, bilim ve siyaset sanatının merkezidir. Polisler arasında ise Atina özellikle Perikles döneminde öne çıkar. Atina'nın tarihinde neredeyse bütün siyasal sistemler ortaya çıkar, hatta günümüz eşit haklara sahip vatandaşlık anlayışının (demokrasi) temel ilkeleri de orada oluşmuştur.

[değiştir] Antik Roma

Antik Roma Döneminde düşünsel alanlardan çok uygulama alanlarında önemli gelişmeler yaşanır. Romalılar dünyayı kavramaktan çok, geniş kapsamlı bir devlet düzeni oluşturmayı düşünce sistemlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Bu nedenle Batı dünyasındaki hukuk ve adalet kavramları zamanla Roma döneminde oluşmuştur.

Dönemin düşünsel ve kültürel merkezi, tarihi çok eskilere dayandığı için "Roma aeterna" (ebedi Roma) diye adlandırılan Roma kentidir. Roma giderek büyüyen bir dünya imparatorluğunun merkezi olmuştur. Böylece, tarihsel gelişimin belirleyicisi olarak kavimler ya da kentler ya da ülkelerin ötesinde, bünyesinde birçok topluluğu barındıran imparatorluk düşüncesi ortaya çıkmıştır.

Romalıların devlet yönetimindeki becerisi sayesinde ticaret ve ekonomi gelişmiş, düşünsel alanda yapılan karşılık alışverişler sonucunda Antik uygarlığın geniş çerçevesi oluşmuştur. Bugün bile Roma kentlerinde Romalıların caddelerinin ve su yollarının ne kadar başarıyla inşa edildiğini görmek mümkündür. Limanlar ve deniz fenerleri ile deniz ulaşımının güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Gümüş ve altının değişim aracı olarak kullanılması pazar ekonomisinin gelişmesini sağlamıştır.

Böylesine büyük bir imparatorluğun ayakta kalabilmesi için belirli siyasal ve dinsel kuralların uygulanması gerekir. Uzunca bir süre Roma vatandaşları kırsal özellikler tarafından belirlenmiştir. Ama Roma vatandaşları kendilerini res publika (toplum) içinde özgür bireyler olarak görür ve Antik Kültür kapsamındaki dünyada içsel ve dışsal barışı (pax Romana) korumayı en önemli görevi sayar. İşte bu düşünce bütün çalkantılı Roma dönemi boyunca sabit kalmış ve kültürel gelişmede sürekliliği sağlamıştır.

Roma kültürü Yunan kültürü üzerinde şekillenir, hatta öyle ki Helenistik dönemde Roma'da Latince yerine Yunanca konuşulmaya başlanmıştır. Ama daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan Vergil, Cicero, Tacitus gibi büyük şair, yazar ve tarihçiler Latinceyi sanatsal düzeye yükseltmiştir.

[değiştir] Hıristiyanlık

Avrupa kültürünü derinden etkileyen bir din olarak Hıristiyanlık tarihsel olarak kendisinden önce gelen Musevilik ile birlikte kavranmalıdır, çünkü Eski Ahit'i de (Eski Antlaşma) içinde barındırır. Avrupalılar Hıristiyanlık ile Antik kültürden çok farklı bir dünya anlayışıyla karşılaşır. İnsanın kaderinin tanrının elinde olduğu bilinci... Bütün tek tanrılı dinler gibi Hıristiyanlık da insanlığın tarihinde tanrının müdahalesini görür; yani tarih suçlar ve bağışlamalardan ibarettir.

Kutsal kitaplardan oluşan ve Eski Ahit'i de kapsayan Yeni Ahit kitapların kitabı, yani İncil olarak adlandırılır. İncil, kutsal kitaplardan birisi olmasının yanısıra kültür tarihi açısından dünya edebiyatının önemli belgelerinden birisi olarak da görülebilir. Nasıralı İsa'nın hayatı ve yaptıkları Hıristiyanlık için din anlayışında önemli bir dönüm noktasıdır. Hıristiyanlar İsa için sadece bir peygamber değildir, hakkındaki bilgiler din hakkındaki bilgilerin aktarılmasını sağlamıştır. Bu nedenle, İsa hakkındaki bilgiler artıkça yorumlar da çoğalır ve tanrının oğlundan sosyal devrimciliğe kadar uzanan farklı yorumlar getirilir.

Hıristiyan tanrı anlayışındaki ödünsüzlük mutlaklık ve evrensellik düşüncelerini engeller. Hıristiyanlığın dünya anlayışı, dünya üzerindeki olaylardan insanları sorumlu tutar. Bu nedenle Hıristiyanlık kendi anlayışına uygun olarak dünyayı biçimlendirmeye çalışır ve mevcut otoriteye teslim olmadıkları için Hıristiyanlar ilk başlarda Roma İmparatorluğu'nda takibe uğramışlardır.

Hangi tabakadan olursa olsun diğer insanlara duyulması gereken sevgi, topluluk oluşturmada itici güç olmuştur. Antik kültürün aksine acı ve ölüm düşüncesi, İsa'nın çarmıha gerilmesi ile etkisinin son bulmadığı göz önüne alınarak kutsanma ve kurtuluş olarak görülür. Bu nedenle ilk yüzyılda ortaya çıkan ve bugün de kutlanan Hıristiyan bayramları (Noel, Paskalya, Pantkot) İsa'nın yaşamı ile ilgilidir.

Romalılar Dönemi Roma’nın sınırlarını belirlemesinden sonra ticaret ve kültür ilişkileri de en az çatışmalar kadar önem kazandı. İS 50’de Ren kıyılarındaki kabileler Roma parasını kullanmayı öğrendi. Seramik, cam ve metal işi gibi lüks Roma malları Germen zenginlerine, kehribar, deri gibi hammaddelerle pek çok köle de Roma’ya ulaşmaya başladı. Roma ordularında Germen askerleri yer aldı. Sınır çatışmalarıysa zaman zaman büyük hareketlere dönüştü. 150’de Germen kabilelerinden Markomanlar güneye, Orta Tuna boylarına, ilerlediler; hatta 167’de İtalya’ya akın ettiler. Bu hareket tekil değildi. 150-200 yılları arasında Germen kabileleri akın akın Orta ve Doğu Avrupa’ya ilerlediler ve 3. yüzyılda sınır boyunda yıkıma yol açtılar. Galya Tuna bölgesini yağmaladılar, hatta 251’de İmparator Decius’u öldürdüler. Yaklaşık 280’de Ren ve Tuna havzalarında yeniden istikrar sağlandı. Roma ordusu ve başını Frankların, Almanların ve Gotların çektiği bir Germen ittifakı yaklaşık 370’e kadar sınırını korudu.

Bu arada Germen dünyası dönüşüme uğruyordu. Avrupa’daki güç dengeleri açısından bu gelişmelerin en önemli yanı, daha büyük ve tutarlı Germen siyasal birimlerinin ortaya çıkmasıydı. Roma’yla savaşlar Germenlere büyük toplulukların yaşama şansının daha fazla olduğunu öğretmişti. 4. yüzyılda iki güçlü Germen konfederasyonu vardı: Ren boylarında Almanlar ve Tuna boylarında Gotlar. Bunları ayakta tutan savaşçı sınıfın kabile üzerindeki denetimi gittikçe artıyordu. 3. yüzyılda Germenler Romalılardan yeni tarım teknikleri ve çömlekçi çarkını öğrendiler. Germen edebiyat dillerinin eskisi olan Got dili, yaklaşık 350’de Ulfilas’ın çalışmalarıyla ortaya çıktı. Roma’nın desteklediği bir misyoner olan Ulfilas Kitabı Mukaddes’in Got diline çevirisini yaptı.

Hunların batıya doğru hareketinin yol açtığı Kavimler Göçü Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma imparatorluğuna itti. İlk kez 376’da İmparator Valens, isteksizce de olsa Vizigotlara sığınma hakkı tanıdı, ama çok geçmeden aralarında çatışma çıktı. 378’de Vizigotlar Adrianopolis’te (Edirne) kesin bir zafer kazanarak Valens’i öldürdülerse de izleyen dört yıl içinde Roma’ya boyun eğmek zorunda kaldılar. Hunlar batıya ilerledikçe Roma sınırları Germenlerin ve başka halkların artan baskısı altında kaldı; 386, 395, 405 ve 406 yıllarında büyük akınlar yaşandı. Germen halklarından Vandallar ve Suevler İspanya ve Kuzey Afrika’da güçlendiler. Karışıklıktan yararlanan Vizigotlar ayaklandılar; İtalya’ya yürüyerek daha iyi koşullarda anlaşma istediler ve istekleri yerine getirilmeyince 24 Ağustos 410’da Roma’yı yağmaladılar.

Roma ve Hun imparatorlukları karşısında Germen siyasal birimleri daha da büyümüştü. Ayrıca Roma İmparatorluğu güçsüzleştikçe eyalet halkları çoğu kez oralara yeni yerleşen Germenlerin korumasına sığınmış, bu arada Germenler de egemen oldukları Romalı nüfusun etkisinde kalmaya başlamıştı. Romalıların eğitim düzeyi Germen krallarının düzenli vergi toplamasına ve yasal iktidarlarını genişletmesine olanak verdi.Böylece Batı Roma İmparatorluğu’nun yerini alan Germen askeri gücüyle Roma eyaletlerindeki soylu sınıfın yönetim bilgilerinin birleştiği siyasal birimler oldu. Germen askeri sınıfıyla Romalı eyalet seçkinleri arasındaki evlilikler de dönüşüm sürecini tamamlayarak Ortaçağ Avrupa’sını biçimlendirecek yeni bir aristokrasinin doğmasını sağladı.

[değiştir] Başlangıç Dönemi (1150'ye kadar)

[değiştir] Romalılar Dönemi

Roma’nın sınırlarını belirlemesinden sonra ticaret ve kültür ilişkileri de en az çatışmalar kadar önem kazandı. Güçlü kalelerle korunmasına karşın sınır hiçbir zaman ticareti ve insanları engellemedi. İS 50’de Ren kıyılarındaki kabileler Roma parasını kullanmayı öğrendi. Seramik, cam ve metal işi gibi lüks Roma malları Germen zenginlerine, kehribar, deri gibi hammaddelerle pek çok köle de Roma’ya ulaşmaya başladı. Roma ordularında Germen askerleri yer aldı.

Sınır çatışmalarıysa zaman zaman büyük hareketlere dönüştü. 150’de Germen kabilelerinden Markomanlar güneye, Orta Tuna boylarına, ilerlediler; hatta 167’de İtalya’ya akın ettiler. Bu hareket tekil değildi. 150-200 yılları arasında Germen kabileleri akın akın Orta ve Doğu Avrupa’ya ilerlediler ve 3. yüzyılda sınır boyunda yıkıma yol açtılar. Galya Tuna bölgesini yağmaladılar, hatta 251’de İmparator Decius’u öldürdüler. Yaklaşık 280’de Ren ve Tuna havzalarında yeniden istikrar sağlandı. Roma ordusu ve başını Frankların, Almanların ve Gotların çektiği bir Germen ittifakı yaklaşık 370’e kadar sınırını korudu.

Bu arada Germen dünyası dönüşüme uğruyordu. Avrupa’daki güç dengeleri açısından bu gelişmelerin en önemli yanı, daha büyük ve tutarlı Germen siyasal birimlerinin ortaya çıkmasıydı. Roma’yla savaşlar Germenlere büyük toplulukların yaşama şansının daha fazla olduğunu öğretmişti. 4. yüzyılda iki güçlü Germen konfederasyonu vardı: Ren boylarında Almanlar ve Tuna boylarında Gotlar. Bunları ayakta tutan savaşçı sınıfın kabile üzerindeki denetimi gittikçe artıyordu. 3. yüzyılda Germenler Romalılardan yeni tarım teknikleri ve çömlekçi çarkını öğrendiler. Germen edebiyat dillerinin eskisi olan Got dili, yaklaşık 350’de Ulfilas’ın çalışmalarıyla ortaya çıktı. Roma’nın desteklediği bir misyoner olan Ulfilas Kitabı Mukaddes’in Got diline çevirisini yaptı.

Hunların batıya doğru hareketinin yol açtığı Kavimler Göçü Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma imparatorluğuna itti. İlk kez 376’da İmparator Valens, isteksizce de olsa Vizigotlara sığınma hakkı tanıdı, ama çok geçmeden aralarında çatışma çıktı. 378’de Vizigotlar Adrianopolis’te (Edirne) kesin bir zafer kazanarak Valens’i öldürdülerse de izleyen dört yıl içinde Roma’ya boyun eğmek zorunda kaldılar. Hunlar batıya ilerledikçe Roma sınırları Germenlerin ve başka halkların artan baskısı altında kaldı; 386, 395, 405 ve 406 yıllarında büyük akınlar yaşandı. Germen halklarından Vandallar ve Suevler İspanya ve Kuzey Afrika’da güçlendiler. Karışıklıktan yararlanan Vizigotlar ayaklandılar; İtalya’ya yürüyerek daha iyi koşullarda anlaşma istediler ve istekleri yerine getirilmeyince 24 Ağustos 410’da Roma’yı yağmaladılar.

Roma İmparatorluğu’nun hala Avrupa’da önemli bir güç olması Hunlardan kaçan Germenleri barış istemeye yöneltti; 418’de Vİzigotlar bile Galya’ya yerleştirilmeyi kabul etti. Bu dönemde Germen kabilelerinde bir ‘ulus’ bilinci yoktu; dolayısıyla da birbirlerine karşı kullanılabiliniyorlardı. Yaklaşık 450’ye kadar Hun korkusu Roma’nın hiç değilse Vİzigotları,Frankları ve bu 439’da Galya’ya yerleştirilen Burgonları kendi savunması için seferber etmesine olanak verdi. 435’te Attila’nın ölmesinden ve Hun imparatorluğu’nun parçalanmasından sonra ise Roma bu diplomatik silahını yitirdi. Ayrıca toprak kayıplarıyla gelirleri azaldı.Koşulların yardım ettiği Germenler zamanla Roma’dan bağımsızlaştı. 470’lerde Galya’nın güneybatısında Vizigot, güneydoğusunda Burgonya krallıkları kuruldu. Kuzey’de Clovis Frank Krallığı‘nı kurdu, Kuzey Afrika Vandalların, İspanya’nın bir bölümü Suevlerin denetimindeydi. 489-493 arasında Ostrogotlar İtalya’yı fethetti. Tuna boylarına Gepid ve Lombard krallıkları egemen oldu. Böylece Batı Roma İmparatorluğu ortadan kalktı.

Roma ve Hun imparatorlukları karşısında Germen siyasal birimleri daha da büyümüştü. Ayrıca Roma İmparatorluğu güçsüzleştikçe eyalet halkları çoğu kez oralara yeni yerleşen Germenlerin korumasına sığınmış, bu arada Germenler de egemen oldukları Romalı nüfusun etkisinde kalmaya başlamıştı. Romalıların eğitim düzeyi Germen krallarının düzenli vergi toplamasına ve yasal iktidarlarını genişletmesine olanak verdi.Böylece Batı Roma İmparatorluğu’nun yerini alan Germen askeri gücüyle Roma eyaletlerindeki soylu sınıfın yönetim bilgilerinin birleştiği siyasal birimler oldu. Germen askeri sınıfıyla Romalı eyalet seçkinleri arasındaki evlilikler de dönüşüm sürecini tamamlayarak Ortaçağ Avrupa’sını biçimlendirecek yeni bir aristokrasinin doğmasını sağladı.

[değiştir] Karolinler İmparatorluğu

476’ da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında Ren’in batısındaki Germen toplulukları arasında siyasal bir birlik yoktu. Ama bu Germen kabileleri ortak bir dilin lehçelerini konuşuyor, aynı siyasal ve toplumsal geleneği paylaşıyorlardı. Yüzyıllarca Roma dünyasıyla ilişki içinde yaşamaları geleneklerini etkilemişti. İmparatorluğa bağlı kabilelerde güçlü askeri yapılı, başında kral ya da dük denen bir komutanın yer aldığı toplumsal örgütlenme ortaya çkmış, bu yapı imparatorluk sınırlarının dışındaki Germen kabileleri arasında da yaygınlaşmıştı. Benzer biçimde İtalya’daki Ostrogot kralları da Alpler’in kuzeyinde kalan Germen topraklarının büyük bölümünü etkileri altına almıştı.

Romalılaşmış Galya ve Batı Almanya’da yerleşmiş bulunan Franklar Ostrogotlar'ın liderliğini tanımayarak krallıklarını doğuya doğru genişletmeye başladılar. Clovis’in Otodoks Hıristiyanlığı benimsemesi hem doğudaki hem de güneydeki Vizigotlara açıkça meydan okuyan bir tutumu yansıtıyordu. Clovis ve ardılları, özellikle de I.Theodebert daha sonra Almanya’yı oluşturacak toprakların büyük bölümü üzerinde Frank denetimini kurmayı başardı; Orta Almanya’daki Thüringlilerle güneydeki Alman ve Bavyeralılar gibi çeşitli topluluklara üstünlük sağladı. Bu toplulukları yöneten yerel dükler Frank kralını temsil ediyor, ama merkezi iktidarın iç savaş ve çekişmelerle zayıfladığı dönemlerde büyük ölçüde özerk davranabiliyorlardı. Örneğin İtalya’daki Lombard kraliyet ailesiyle yakın akraba olan Bavyeralı yöneticiler, 8. yüzyıla gelindiğinde krallar kadar başına buyruktu. Kuzey’de Frizler ve Saksonlar 8. yüzyılın başlarına kadar Frank denetiminin dışında kaldılar; siyasal ve toplumsal yapılarını korudukları gibi, genellikle Hıristiyanlığı da benimsediler. Frank bölgesinde ise Hıristiyanlık İrlandalı misyonerlerin, Alpler’de yerli Raetialıların ve manastır kuruluşlarını destekleyen Frank soylularının etkisiyle yaygınlaştı.

[değiştir] Frank-Cermen İmparatorluğu ve Büyük Karl (Şarlman)

Harita:Şarlman'ın Fetihleri
Harita:Şarlman'ın Fetihleri

Şarlman(Karl I.Grosse) Frank ve Lombard kralıdır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilir.

Şarlman'ın babası Frankların kralıydı. Öldüğünde krallığın topraklarını iki oğlu arasında paylaştırdı. Şarlman kardeşinin ölümüyle krallığın tek hakimi oldu.Ayrıca Lombardiya ve Saksonya'yı da kattı. Batıda Endülüslerle, doğuda ise Avar ve Macarlar'la çarpışarak ülkesinin sınırlarını genişletmiştir.

Şarlman 800 yılının noel günü Papa III. Leon tarafından Roma İmparatoru ilan edilmiştir. Alman kültür tarihi esas itibariyle Fransızların Charlemange, Almanların 'Büyük Karl' adıyla andıkları I.Karl ile başlar. Büyük Karl kırk altı yıl süresince imparatorluğu yönetti. Karl, devletin sınırlarını genişleterek bütün Cermen boylarını kendi egemenliği altında toplama çabası içindeydi, ancak bu gerçekleştirilmesi o kadar da kolay bir plan değildi, çünkü imparatorluğun güneyinde Araplar ve kuzeyinde de Hristiyanlığı henüz benimsememiş olan Saksonya vardı. Bu iki güç impraratorluğunun sınırlarını genişletmek için fırsat kollayan Karl'ı zorlayan bir etkendir. Devlet yaklaşık otuz yıl boyunca fetih politikasını izledi.Saksonya ile yaptığı savaşlardan ancak 804 yılında zafer elde etti.Savaş ve fetih politikasının sebeplerini antik çağın kilise öğreticisi olan Kuzey Afrikalı Piskopos Augustinus'un önemli bir eserine dayandırmaktaydı.Ona göre iki dünya vardı:Tanrı yurttaşları topluluğu(De civitate Dei:Über den Gottesstaat).İkincisi ise şeytanın dünyası idi(civitas diaboli).İnsanlık tarihi Augustinus'un bu düşüncelerinden yola çıktılar,fakat farklı yorumlarda bulunarak "aydınlığın çocukları" ile "karanlığın çocukları" arasında sıkı bir mücadele başlattı.Aydınlığın çocukları ebedi selamete ulaşacak,diğerleri de sonsuz lanetle yaşayacaklardı.Bu düşünceye göre de bir hükümdarın asıl görevi yeryüzünde tanrı devleti kurmak onu genişletmekti.Böyle bir devletin de dini merkezi Roma ve onun lideri papa idi.Karl da bu düşüncelerden yola çıkarak kafirlerle savaşıyor ve onları bir hıristiyan hükümdarın egemenliği altına almayı tanrının kendisine verdiği bir görev olarak düşünüyordu.Kendince tanrı devletini oluşturuyordu.Saksonya'nın Hıristiyanlaştırılmasılya birlikte bu bölgede manastırlar kurularak Hıristiyanlığın merkezleri oluşturuldu. Karl'ın zamanına kadar yazı dili olarak insanlar sadece Latince kullanıyorlardı.Papazlar Büyük Karl'ın emriyle Almanca Gramer kitabı hazırladı.Latinceki örnekler göz önünde bulundurularak Almanca yazı biçimiyle kahramanlık destanları yazıldı. Büyük Karl,imparatorluğunu doğuya ve güneye kadar genişletti.İtalya'da Langobardlara karşı savaşan papayı destekledi.Bu zaferden sonra Roma'da kendisine 800 yılında papaya taç giydirtti.Böylelikle Roma imparatorlarının halefi oldu.

Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, 843 yılında Verdun Anlaşması ile Almanya, İtalya ve Burgonya'da kurulan ve 1806 yılında Napolyon Savaşları ile yıkılan Orta Avrupa'da 963 yıl hüküm sürmüş olan bir imparatorluktur. Bu imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştığında Almanya, İsviçre, Lihtenştayn, Lüksemburg, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Avusturya, Hırvatistan, Belçika, Hollanda'nın tamamını ve Polonya, Fransa ile İtalya'nın bir kısmını kapsıyordu. İmparatorluk çöküş dönemine girdiğinde Voltaire "Kutsal Roma İmparatorluğu artık ne kutsaldır, ne Romalıdır, ne de imparatorluktur." demiştir.

Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun yöneticilerinin hepsi Almandı. Bütün Kutsal Roma İmparatorları katolikti. Ama soylu aileler ve üst seviyelerdeki devlet görevlilerinin çoğu Almanca konuşmayan ırklara mensuptu. Ülkede sadece Almanca değil Slav dilleri, Fransızca, Flemenkçe ve İtalyanca da konuşuluyordu. Büyük sayılarda dini azınlık gruplar bulunmaktaydı. Bunlar; Yahudiler ve Ortodokslardı. Ayrıca imparatorluk Protestanlığın ortaya çıktığı ülkedir.

Büyük Otto'nun 2 Şubat 962'de taç giymesinden sonra, bu imparatorluk Batı Roma İmparatorluğu'nun mirasını resmen devralmış oluyordu; "Romanorum İmperium" terimi ancak Konrad II döneminde kullanılmaya başlandı. Friedrich I, imparatorluk unvanının Sancta Ecclesia karşısındaki kutsal niteliğini vurgulamak amacıyla "Sacrum İmperium" kavramını getirdiyse de (Besançon diyeti,1157), bu terim krallık belgelerine ancak 1254'te girdi. Nihayet, "Nationis Germanicae" nitelemesi, Almanların imparatorluk üzerindeki ulusal haklarını belirtmek için 15. yüzyılda kondu, ama tam anlamıyla 17. yüzyılda yaygınlık kazandı. Cermenler hakkındaki ilk bilgilerimiz bize bir Roma tarihçisi olan Publius Cornelius Tacitus tarafından verilmiştir. Tacitus yazdığı Germania adlı eserde Germenlerin yaşayış biçimlerine ve Avrupa'daki nerede yaşadıklarına dair zengin bilgiler vermektedir.

Bugünkü Almanların dedeleri olan Germenler, bundan 2000 yıl önce Ren Nehrinin batısında yaşıyordu. Germenler, savaşçı ve barbar bir kavimdi. Genellikle avcılık ve basit ziraatla geçinirlerdi. O çağda Romalılar Orta Avrupa'ya düzenli ordular göndererek buraları istila etmek istiyorlardı. Germenler Romalıların bu istila hareketlerini durdurabilmek için onlarla bir çok savaşlar yaptılar ve Romalıları yenerek Orta Avrupa'yı almalarını önlediler. Daha sonra Romalılar zayıflamaya yüz tutunca, Germen kabileleri sel gibi Roma'ya akmaya başladılar. Bunun bir sebebi de Hunların Avrupa'ya yayılmaya başlamalarıdır. Roma İmparatorluğu topraklarını işgal eden Germen kabileleleri Romalıların geleneklerini, kültürlerini ve hatta dinlerini benimsediler. Yalnız Ren ile Elbe nehirleri arasına yerleşmiş olan asıl Germenler kendi dillerini geleneklerini koruyabildiler. Büyük Karl (Şarlman) zamanında Saksonlar, Büyük Karl'ın 800 yılında papa tarafından Roma İmparatoru ilan edilmesiyle zorla Hıristiyan yapıldılar.

Cermenler, Kavimler Göçü sonucu İ.S.6.yy.'a kadar Almanya'nın ilk sakinleri olan Keltlerle, Ortaçağ boyunca da Doğu Almanya'daki Slavlar ile karışarak Alman halkını oluşturmuşlardır. 476’ da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında Ren’in batısındaki Germen toplulukları arasında siyasal bir birlik yoktu. Ama bu Germen kabileleri ortak bir dilin lehçelerini konuşuyor,aynı siyasal ve toplumsal geleneği paylaşıyorlardı. Yüzyıllarca Roma dünyasıyla ilişki içinde yaşamaları geleneklerini etkilemişti.

İmparatorluğa bağlı kabilelerde güçlü askeri yapılı, başında kral ya da dük denen bir komutanın yer aldığı toplumsal örgütlenme ortaya çkmış,bu yapı imparatorluk sınırlarının dışındaki Germen kabileleri arasında da yaygınlaşmıştı. Benzer biçimde İtalya’daki Ostrogot kralları da Alpler’in kuzeyinde kalan Germen topraklarının büyük bölümünü etkileri altına almıştı. Romalılaşmış Galya ve Batı Almanya’da yerleşmiş bulunan Franklar Ostrogotların liderliğini tanımayarak krallıklarını doğuya doğru genişletmeye başladılar. Clovis’in Otodoks Hıristiyanlığı benimsemesi hem doğudaki hem de güneydeki Vizigotlara açıkça meydan okuyan bir tutumu yansıtıyordu. Clovis ve ardılları, özellikle de I.Theodebert daha sonra Almanya’yı oluşturacak toprakların büyük bölümü üzerinde Frank denetimini kurmayı başardı; Orta Almanya’daki Thüringlilerle güneydeki Alman ve Bavyeralılar gibi çeşitli topluluklara üstünlük sağladı.Bu toplulukları yöneten yerel dükler Frank kralını temsil ediyor, ama merkezi iktidarın iç savaş ve çekişmelerle zayıfladığı dönemlerde büyük ölçüde özerk davranabiliyorlardı. Örneğin İtalya’daki Lombard kraliyet ailesiyle yakın akraba olan Bavyeralı yöneticiler 8. yüzyıla gelindiğinde krallar kadar başına buyruktu. Kuzey’de Frizler ve Saksonlar 8. yüzyılın başlarına kadar Frank denetiminin dışında kaldılar; siyasal ve toplumsal yapılarını korudukları gibi, genellikle Hıristiyanlığı da benimsediler. Frank bölgesinde ise Hıristiyanlık İrlandalı misyonerlerin, Alpler’de yerli Raetialıların ve manastır kuruluşlarını destekleyen Frank soylularının etkisiyle yaygınlaştı.

[değiştir] I. Alman İmparatorluğunun Kuruluşu

919 yılında alman imparatorluğnun kurucusu olarak bilinen 1.Heinrich öldü.yaşamı boyunca yaptığı savaşlarla imparatorluğunun sınırlarını macaristana ve doğuya doğru genişletti.Ölümünden sonra vasiyeti yerine getirildi ve oğlu prensler tarafından kral olarak seçildi.Bu olayla mirasın en büyük erkek çocuğa kalması kabul edilmiş oldu.Heinrich'in yerine sonralarda büyük lakabını alan 1. Otto geçti.Kendisi cok otoriter bir kişiliğe sahipti ve çok güçlü bir kraldı ve büyük kralın yolunu izleyerek Aachen'deki tahtında taç giydi.bir papaz tarafından takdis edilen kral Ortaçağ görüsüne göre papaz gibi özel bir yere sahip olacaktı. Aynı zamanda bu çağdaki krallar kendilerini tanrının görevlendirdiğine inanıyordu ve sonraki krallarda aynı görüş doğrultusunda ilerledi.

Otto krallığı süresince prensleri kendine bağlı kişiler olmasınık ıstedi fakat prensler buna karşi çıktı,sonuç olarak prensler ve kral arasında ikilem ortaya çıktı. Otto zamanında din adamları devlet işlerinde görevlendiriliyordu.Böylece din adamlarıda dünyevi bir güç kazanmış oldu.Büyük Otto'nun imparatorluğu yaklaşık 40 yıl sürdü.alman imparatorluğu 1806 yılındaki napolyonun istilasına kadar devam etti.krallık boyunca kültürel alanda mimari alanda yenilikler oldu almanca bu dönemde geçerliliğini artırsada latince almancayı bastırdı ve aydınlar tarafından da latince kullanıldı.Mimari alanda manstır ve kilise inşaatına ayrıca kitap süslemelerine onem verilmiştir.

[değiştir] Orta Çağda Almanya (1150-1450)

Halkların, ortaçağın başındaki karmaşasından, yavaş yavaş yeni milliyetler çıktı, - bilindiği gibi, eski Roma eyaletlerinin çoğunda, yenilenlerin yenenleri, köylü ve kentlinin Cermen beyi özümledikleri süreç. Demek ki, modern milliyetler de, ezilen sınıfların ürünleridirler. Menke'nin orta Lorraine bölgeleri haritası,şurada kaynaşmanın, burada ayrılmanın gerçekleşme biçimi üzerine anlamlı bir fikir verir. Belçika ve Aşağı-Loren bakımından, bu sınırın esas olarak, daha bundan yüz yıl önce Fransızca ve Almanca arasında varolan dil sınırı ile düşümdeş olduğunu görmek için, bu harita üzerinde Latin ve Cermen yer adları sınırını izlemek yeter. Hâlâ, şurada burada, iki dilin üstünlük için savaştıkları dar bir bölge görülebilir; ama, genel olarak, neyin Alman ve neyin Latin kalacağı sağlamca saptanmıştır. Ama, haritadaki yer adlarından çoğunun, Aşağı-Frankonca ya da eski Almancadan türetilmiş biçimi, bu adların, 9., en geç 10. yüzyıla çıktıklarını, buna göre, Karolenjiyenler çağının sonuna doğru, sınırın esas olarak çizilmiş bulunduğunu gösterir.

Latin tarafında, özellikle dilsel sınırın yakınlarında, Cermanik bir kişi adı ile Latin bir topografik adlandırmadan bileşmiş karma adlar görülür: Örneğin, Meuse'ün batısında, Verdun yakınlarında, bugün Ippecourt, Récourt-la-Creux, Amblaincourt-sur-Aire, Thier-ville haline gelmiş bulunan Eppone curtis, Rotfridi curtis, Inqolini curtis, Treudegisilio villa gibi. Bunlar, Frank feodallerine ait alanlar, Latin topraklarında, ergeç latinleşmekten kurtulamayan küçük Alman kolonileridir. Kentlerde ve yalıtık kırsal bölgelerde, dillerini daha oldukça uzun süre koruyan daha güçlü Alman kolonileri yerleşmişlerdi; örneğin, daha 9. yüzyılın sonunda, Ludwigslied,) işte bu kolonilerin birinden fışkırdı; ama Frank beylerinden büyük bir bolümü, daha önce latinleşmiş bulunuyordu, ve Latincenin (Roman) daha o zamandan Fransa'nın resmi dili olarak ortaya çıktığı 842 krallar ve ulular yemin formülleri, bunun böyle olduğunu gösterir.

Basımcılığın yayılması, İlkçağ yazınının irdelenmesinin yeniden başlaması 1450'den sonra gitgide güçlenen ve evrenselleşen tüm kültür hareketi, feodaliteye karşı savaşımlarında, burjuvazi ve krallığın işini kolaylaştırdı. Bu nedenlerin, aynı yönde gitgide daha ileri giden, birbirleri üzerindeki artan karşılıklı etkileri ile yıldan yıla daha da pekişmiş birleşik etkisi, 15. yüzyılın ikinci yarısında, feodaliteye karşı, burjuvazinin değilse de, en azından krallığın utkusunu sağladı. Avrupa'da her yerde, feodal durumdan geçmemiş uzak ikincil ülkelere kadar, krallık iktidarı birdenbire üste çıktı.

İberik yarımadasında, Latin dil soylarından ikisi, İspanya krallığını kurmak üzere birleştiler; ve Provans dilini konuşan Aragon krallığı, yazılı dil olarak Kastilya dilini kabul etti; üçüncü soy, Portekiz krallığını kurmak üzere, Galiçya dışında, kendi dil alanını birleştirdi; İberik Hollandası, içe döndü, ve deniz etkinliği aracıyla, ayrı bir varlık hakkını tanıtladı. Fransa'da, Burginyon devletinin çöküşünden sonra, Louis XI, sonunda ulusal birliği öylesine güçlü bir biçimde kurma başarısını gösterdi ki, henüz çok parçalanmış bir durumda bulunan Fransız toprağı üzerinde krallığı temsil ediyor, ardılı daha o zamandan İtalyanlar arasındaki çekişmelere burnunu sokabiliyor, ve bu birlik, Reform tarafından, ancak bir kez, ve o da az bir zaman için, tehlikeye düşürülebiliyordu; İngiltere, sonunda, uzun erimde kendisini kan içinde bırakacak Fransa'daki donkişotça fetih savaşlarından vazgeçmişti; feodal soyluluk Çifte Gül savaşlarında bir ödünleme aradı ve aradığından çoğunu da buldu; kendi kendini yıprattı ve tahta, krallık iktidarı tüm öncelleri ve tüm ardıllarının erkliğini aşan Tudorlar hanedanını oturttu.

İskandinav ülkeleri, birliklerini uzun süreden beri gerçekleştirmiş bulunuyorlardı; Litvanya ile birleşmesinden sonra, Polonya, henüz hiç bir saldırıya uğramamış bir krallık iktidarı ile, yükseliş dönemine doğru gidiyordu ve, hatta Rusya'da bile, küçük prenslerin yıkılışı ile Tatar boyunduruğundan kurtuluş elele yürümüş ve İvan III tarafından kesin bir sonuca bağlanmıştı. Tüm Avrupa'da, krallığın, ve o sıralarda krallık olmaksızın varlığı olanaksız ulusal birliğin bulunmadığı, ya da ancak kağıt üzerinde bulunduğu sadece iki ülke vardı: İtalya ve Almanya.

[değiştir] Yeni Çağa Geçiş ve Otuz Yıl Savaşları (1450-1648)

1453 yılında Türkler Fatih Sultan Mehmet komutasında İstanbul'u arkasından da Atina'yı alarak Balkanlarda, Önasya'da ve Kuzey Afrika'da egemenliklerini kurdular.III.Friedrich,1452 yılında Roma'da taç giyen son Alman İmparatoru oldu.1453 yılında İngiltere ve Fransa arasında süren Yüzyıl Savaşları sona erdi.Bu üç olayla birlikte Avrupa'nın siyasi tarihinde yeni bir dönem başladı.

Dönemin Almanya adına en büyük olayı Otuz Yıl Savaşlarıdır.1618-1648 yılları arasında yapılan bu savaşlar Hıristiyanların,Almanya'da ki mezhep savaşlarıdır.Augsburg Anlaşması ile bir takım serbestlikler ve yeni haklar kazanan protestanlar,bu hakları yeterli görmemiş ve uygulamadaki bazı aksaklıklar ve Fransa'nın da kışkırmasıyla,Otuz Yıl Savaşları başlamıştır.Savaşı protestanlar kazanmıştır ve sonucunda Vestfalya Barışı imzalanmıştır.

Bu antlaşma uluslararası ilişkiler tarihi içinde çok önemlidir,lakin bu antlaşma ile uluslararası düzenin temelleri atılmıştır.En önemli özelliklerinden biri Papa'ya imzalatılmamış olmasıdır.

Almanya açısından sonuçları çok ağır olmuştur.300 kadar prenslik bağımsızlığını ilan etmiştir ve Avrupa'nın ortası,Almanya parçalanmıştır.Bu durum Otto von Bismarck'ın 3 Ekim 1871 tarihinde Alman Birliğini sağlamasına kadar devam edecektir.Bu antlaşma ile,prensliklere sorulmadan savaş kararı alınamayacak,asker ve vergi toplanamayacaktır.

1555 yılında yapılan Augsbourg barışının uygulamasındaki başarısızlık sonucu protestan devletler haklarını korumak için bir birlik oluşturmuşlardır ve bu savaşı alevlendiren de bu birlik olmuştur. Otuz yıl savaşları katolik ve protestanlar arasında geçmiş bir alman iç savaşıdır,ama bunun dışında Kutsal Roma İmparatorluğu ile bağımsızlık mücadelesi veren devletler arasındaki bir iç savaştı. Fransa 1562-1598 yıllarında verdiği iç savaşından dini nitelikte bir bütünlük ile çıkmıştır,ama Almanya 1618-1648 yılları arasında bu savaştan parçalanarak çıkmıştır.Bunu takip eden 2 yüzyıl boyunca bütün Avrupa siyaseti Fransa'nın bu bütünlüğü ile Almanya'nın bölünmüşlüğü üzerinde dönecekti.

[değiştir] Mutlakiyet ve Barok Dönemi (1648-1770)

Barok sözcüğü, birbirinden ayrı iki şeyi tanımlar: bir yandan, sanat tarihinde, Rönesans ile klasikçilik arasında kalan bir dönemi; öte yandan bütün çağlarda verilmiş bazı eserlerin tarzını. Her iki halde de, hareket, biçim özgürlüğü, süslemede aşırılıkla dolu bir sanat söz konusudur: belirli kuralların katılığına başkaldıran bir şenlik sanatı.

Başlangıçta bu sözcüğe alçaltıcı bir anlam verilmişti ama çok geçmeden anlaşıldı ki, aşırılıklarına karşılık, barok sanat çoğu zaman, insana kıvançlarını veya kaygılarını sanatçı anlatımın çeşitli biçimlerinde ve olanca parıltısıyla verme olanağını sağlamaktadır: her şeyden önce mimarlıkta ve heykelcilikte; ama resimde, müzikte, *edebiyatta da.

Barok sanatın büyük dönemi, 1570 ile 1750 yılları arasıdır. Bu dönemde, bütün Avrupa, kiliseler ve anıtlarla donanmıştır. Bu yapılardaki fantezi, Rönesans yapılarının sadeliğiyle ve klasik beğenide ağır basacak olan katılık ve ölçüyle çelişkili düşmektedir.

Taşta yaratılan bu devrim, İtalya'da, Roma'da Protestan Reformu'nun yalınlığına tepki olarak patlak vermiş (bu yüzden «Karşıt Reform» diye adlandırılmıştır). Papalar, Katolik anlayışının yüceliğini görkemli biçimde belirtmek istiyorlardı. Bu bakımdan büyük sanatçıları bulma talihine eriştiler ve zevk sahibi olduklarını gösterdiler; bu sanatçılar, Michelangelo'nun ardından, Roma'yı baştan başa değiştiren mimarlar (Borromini, Maderno), ressamlar (Cortona'lı Pietro, Luca Giordano) ve heykeltıraşlardı (aynı zamanda büyük bir mimar olan Bernini).

Bu yeni tarz çok geçmeden İspanya'ya, Portekiz'e, Flandres'a, Avusturya'ya, Güney Almanya'ya ve Çekoslovakya'ya yayıldı. Fransa bu akımın biraz uzağında kaldıysa da barok sanat, buna karşılık, Atlas Okyanusu'nu aşıp cizvit misyonerlerin peşinden Latin Amerika'ya yerleşti.

Barok tarz her şeyden önce dekor üzerinde ısrarla durur. Roma'nın bazı alanları (sözgelimi Navona Alanı), sonsuz şenlikler için hazırlanmış büyük tiyatro sahneleri gibidir. Kiliselerin cepheleri, binanın önüne, salt süsleyici olarak yapıştırılır, roman sanatında veya gotik sanatta olduğu gibi, binayla bir bütün oluşturmaz.

Tiepolo gibi Venedik ressamları, Rubens ile Flaman ressamlar, Ribera ile İspanyollar, bu hareket ve ışık oyunları coşkusunu tablolarına veya fresklerine aktaracaklardır.

Louis XIV zamanında Fransa'ya egemen olan klasik sanat anlayışının zaferinden epey sonra bile, barok sanat, yaşantısını sürdürecek, giderek daha karmaşık nitelik kazanacak ve XVIII. yy.da, özellikle Almanya'da rokoko adıyla anılan tarza dönüşecektir: bu deniz kabuklarını andıran aşırı yüklü bezeme tarzı, ancak kiliselere ve saraylara, zaman zaman zarafet ve fantezi dolu bir çekicilik kazandırmıştır.

[değiştir] Alman Edebiyatının Yapısı ve Özellikleri

Diğer Avrupa edebiyatlarıyla genel anlamda karşılaştırıldığında Alman Edebiyatının daha fazla yerel farlılıklar gösterdiğini görmek mümkündür.Bu sebeplerden bir tanesi:1800'lerde Berlin'in ortaya çıkmasına kadar Almanca konuşan toplulukların diğer Avrupa ülkeleri gibi örneğin:Fransa'nın Paris'i İngiltere'nin Londra'sı varken Almanya'nın bir başkenti yoktur.Diğer yandan Almanya uzun yıllar bölünmeler ve parçalanmalar yaşamıştır.Almanya reform diye adlandırılan dini hareketlerin merkezi olması nedeniyle 1500'lerde Protestanlığın ortaya çıktığı yerdir.Reform hareketinde önemli olan içsel dünyadır.Alman Edebiyatı'nın şekillenmesinde en büyük etken de bu içsellik ve felsefi yansımadır.

[değiştir] Erken Alman Edebiyatı

M.S.100li yıllarda Germen kabileleri kuzey Avrupa üzerinden şimdiki Almanya'ya göç etmişlerdir. Bu kabileler nesilden nesile besteledikleri baladları ve hikayeleri anlatırlardı.Göçler yaklaşık M.Ö.800 civarında sona erdi.Manastırlar o dönemde edebiyat ve eğitim merkezleri olarak kullanılmaktaydı ve merkezlerdi.Rahipler,İncil ve Hıristiyan felsefeleri üzerine kurdukları şiir ve hikayeleri yayıyorlardı.Rahip Otfird von Weissenberg adıyla bilinen ilk Alman yazar şiir kafiyeleriyle ve The Book of Gospels adlı eseriyle karşımıza çıkar.Rahipler aynı zamanda eski kahramanlık destanlarını kaydetmeye başlamış bunun yanı sıra feodal lordları yücelten yeni yazılar da yazmışlardır.Bunların arasından günümüze kadar gelen Hildebrandslied bir baba ile oğlu arasındaki savaşı anlatır.M.S.9.yy'da,Germen destanı Güçlü Elli Walther sonradan bir Latin efsanesi olan WALTHARİUS'a dönüşmüştür.

[değiştir] Barok (1600-1720)

1617'de Fruchtbringende Gesellschaft'ın kuruluşu mu?1624'de Opitizin Buch von der DT.Poterey mi?Yoksa Goettsched ve Klopstock'un oraya çıkışı mı?Ya da 1570 ler mi?17.yy. edebiyatı büyük ölçüde Gelehrtenrepubliktir.Alim-şairler,şairler-alimler fikri sahada erken Avrupa Internatıonalizmini oluşturur.Saraylara yakın olduğunu için Saraye edebiyatı denegelmiştir.Gerçekten de saray,insiyatifi ele almış ve bütün sanat faaliyetlerini yönlendirmiştir.Alim edebiyatı olduğu için hitap ettiği grup uzunca bir süre küçük kalır.İnce bir Alim tabakasıyla sınırlıdır.Geniş bir burjuva tabanı eksiktir.Diğer faktörler şöyledir:Ders seviyesi yüksek okullar,Yayıncı-yayınevleri,Dil Cemiyetleri,mevcut sansür normativ üslüp idealini belirler.

Dönemin imaji:17.yy. Alman edebiyatı zamanın hadiselerini fal olarak katılmadan müteakip dönemde (17.de)alimane bir karakter kazanır,Fransız ve İtalyanların yolunu takipederek değişir.Almanya da ahlaka eğitime ve refaha ani bir son veren otuz yıl savaşlarının (1618-1648)edebiyatta da derin bir çöküşe yol açar.Bilim ve sanatta ki mutlu hayat donuklaşır.Muzaffer Fransa Alman prenslere tesir etmekle kalmaz ,aynı zamanda alman halk ruhunu da sahiplenir.Halk giyimde ,dilde ,adet ve geleneklerde Fransızları takip eder.Fransız Kralı 14.Ludwigin Almanya'yı küstahça gasbetmesine cesaretsizlikten ses bile çıkarılmaz.Alman edebiyatı böyle durumlara ancak sancılı şikayet ,uyarı,tenkid ve alayla yer verir.Otuz yıl savaşı esnasında ve sonrasında ,Alman ruhu bütünüyle kırılmayacak kadar güçlüdür.Bazı gayretli vatanperverler "hasta halkı "yılmadan tedavı etmeye çalışmaktadırlar.Reformasyon sonrası yeni bir dönem,sosyal politik iktisadi ve ilmi değişikliklerle kendını göstermektedir.Kopernik ismi yeni keşiflerin temsilcisidir.Bu yeni keşifler,ananevi dünya imajını sarsmaktadırlar.Merkeziyetçi mutlakıyetçilik giderek güçleşir,Avrupanın modern milli devletler ile birlikte alman toprağında yabancı devletler arasında cereyan eden otuz yıl savaşı (1618-1648)Alman imparatorluğunu parçalanmışlığını tescil eder ve mutlakıyetçiliğin milli sahadan ziyade,küçük ve büyük sarayların çokluğunda gerçekleşmesini sağlar.

Vanitas (Weltflucht):Dünyayı boşveriş!Bütün bu değişiklikler derin bir güvensizlik hissi doğurur,Vanıtas,bütün dünyevi olanı karakterize eder görünür,insanlar dine sığınırlar. Carpe diem (Pflücke den Tag):Gününü Gün et Felsefesi.Devrin insanında bu iki hayat felsefesi yan yana görülür.Bir yandan dünyanın eziyetinden bıkan insan dine sarılırken,bir yandan da dünyaı kötülükler dünyası olarak bilen insan,gününü gün ederek,bu dünyanın eziyetinden kendini kurtarır ve nasıl olsa değişmeyecek olan bu durumdan sıyrılmayı arar.

Büyük değişikliklerin her döneminde, alışılmadık ve tezad olan hususlar vardır ve insanlar bunun büyüsüne kapılırlar.Edebiyat da buna uyar.Edebiyatta Kahramanın kararlılığından sefaletten en sıcak aşktan bahsedilir.Edebiyat bu dünya /öbür dünya ya da ölüm/hayat tezadına dayanır.Daha sonraki dönemler bunu mübalağa kabul ederler.Bunun için de Barock edebiyatı,eğri,muntazam olmamakla,yamuk olmakla aşağılarlar.Barock:düzgün olmayan demektir.

Barock kültürü iki temel ögeye dayanır.Birincisi katolik mezhebi,ikincisi de prenslerin mutlak hükümdarlık istekleridir.Katolik görüşe göre Tridentin Din Meclisinde hıristiyanlığın sınırları akılcı nedenlere dayandırılmıştı.Katolik mezhebi kendini,geleneklerini ve yaptığı düzenlemeleri inananların kalple anmalarını kabul etmekle birlikte keyfiliğin kilisenin tamamını ya da bir kısmına zarar vermemesi için düzenleyici akla büyük değer veriyordu.Mutlakiyet de pek çok noktada Katolik mezhebi ile benzer özellikler gösteriyordu sadece hedefler farklıydı.Mutlakiyet bu dünyaya yönelikti ve devletlerle ilgiliydi,oysa Katoliklik öbür dünyaya yönelikti ve insanlara öteki dünyada mutluluk vaad ediyordu.Barock devrinin Katolik edebiyatı da kilisenın didaktik amaçlarına uygun olarak gelişti.Tiyatro eserlerinde özellikle dini,tarihsel ve efsanevi konular işleniyordu.Bu eserler sanat bakımından zayıftı.Sanatsal değerlerden çok seyirciye bir mesaj iletmek amacını taşıyordu.Sadece ilahiler ve tasavvuf belli bir sanatsal düzey tutturabilmiştir.Protestan olan Paul Gerhard'ın ilahileri bu alanda örnek gösterilebilir.Tassavufta ise Protestan olan Jakop Böhme ile Katolik olan Agelius Silesius ifade gücü ve içerik bakımdan aynı düzeyde eserler verdiler.

[değiştir] Aydınlanma Çağı (1770-1850)

XVIII.yy Aydınlanma Çağı’dır. Filozoflar çağı da denen bu çağda tüm önyargıları altüst eden yeni bir anlayış , dini hoşgörüsüzlükle savaşır, monarşilerin keyfi yönetimlerini sorgular ve böylece soluğunu Avrupa’nın tüm aydın ve bilgili çevrelerinde duyurur. Aydınlanma , doğanın ve aklın , tüm dogmalar karşısında zafer kazanmasını sağlar, günümüzün modern, aydın dünyasının temellerini atar. Cehalete ve fanatizme karşı ilk savaş silahı olan <Tarih ve Eleştiri Sözlüğü> (Dictionnaire Historique et Critique;1696-1697) adlı kitabı yazan Pierre Bayle şu öngörüde bulunmuştu: <Gelecek yüzyıl , günden güne daha aydınlık olacak>. Bir eğretileme olarak aydınlanma kavramı, XVIII.yy Avrupası’nın belirgin özelliği olarak eleştirel entelektüel hareketi, yeni fikirlerin ortaya çıkmasını belirtir.

[değiştir] Aydınlanma ve Aydınlanma Düşüncesinin Yayılması

Aydınlanma nedir?
Bu soruya Kant’ın 1784 yılında verdiği ünlü cevabı biliyoruz: <Aydınlanma, insanın kendi kusuru nedeniyle içinde bulunduğu erginlik öncesi durumdan çıkışı olarak tanımlanır. Ergin olmayış, insanın bir başkası tarafından yönetilmeksizin kendi aklını kullanma yeteneğinden yoksun olması durumudur. Bu durum , akıl yetersizliğinden değil de , insanın başkasının yönetmesine gerek kalmadan kendi kendini yönetecek kararlılık ve yüreklilik eksikliği sonucu ortaya çıkıyorsa , bütünüyle bizim hatamız sonucu ortaya çıkıyor demektir. SAPERE AUDE! Kendi aklını kullanma yürekliliğini göster! İşte Aydınlanma’nın sloganı.> XVIII.yy aydınları için insanın belirgin özelliği bilme ve öğrenme yetisidir; insanlar yetisini önyargılara ve kör inançlara karşı kullanmak zorundadır. Bu anlamda yüzyılın aydınları , ilk kez ilahi esine ve dini otoriteye karşı önceliği akla ve deneyime vermiş olan Galilei ‘nin , Descartes’in ve Newton’un mirasçılarıdır. O yüzyılın aydınları, John Locke ve Pierre Baylei izleyerek ermişlerin yaşamı gibi sözde ilahi gerçekleri veya doğaüstüne dayalı açıklamaları çürütmek amacıyla, eleştirel bir yöntem belirlediler. Aynı süreçte ilahi hukuka dayanan monarşiyi eleştirmeye başladılar. Aydınlanma sınır tanımaz. Kozmopolitliği , insan durumunun evrenselleğinden kaynaklanır. Bu hareket , Avrupa'nın tüm seçkinlerini etkiler;diliyse , uluslararası dil olarak Latincenin yerini alan Fransızcadır.Viyana ve Sen-Petersburg sarayında Fransızlar el üstünde tutulur, yazdıkları kitaplar moda olur. Bu hegemonya, XIV.Louis'den beri Fransa'nın Avrupa'da kazandığı ağırlıktan kaynaklandığı gibi , yabancıların gözünde Fransız yazarları ve bilginleri aracılığıyla bu ülkenin sunduğu modernlik örneğinden de kaynaklanır.Gerçekten de Aydınlanma harketinin en geniş okuyucu ve dinleyici kitlesine Fransa'da ulaşmakla birlikte, Kıta Avrupası'nın diğer ülkelerinde , seçkinlerin sadece bir bölümünü saflarına çekebilmiştir. İngiltere ise özel bir durum gösterir: bu ülkedeki Aydınlanma, Fransız Aydınlanma hareketinden önce başlayıp onu etkilemekle birlikte, buradaki aydınlar , hükümetlerin veya kilisenin yerine kendisini koyma iddiasında bulunmamış, Püritenlikten esinlenen yönetici sınıfsa felsefeden çok ticaretle uğraşmış, 1689'da yaptığı devrimin kazanımlaryıla yetinmişti. Bu dönemde Euler ve Lagrange integral ve diferansiyel hesabına ilişkin on yedinci yüzyılda başlayan çalışmaları sürdürmüş ve bu çalışmaların gök mekaniğine uygulanması sonucunda fizik ve astronomi alanlarında büyük bir atılım gerçekleştirilmiştir. Mesela Lagrange, Üç Cisim Problemi'nin ilk özel çözümlerini vermiştirRönesans'ın habercilerinin başında gelen Leonardo da Vinci (1452-1519) sistematik bir eğitim görmemiş olmasına karşın, bilgi dağarcığını iyi geliştirmiş ve bilim ve teknolojiye önemli katkılarda bulunmuş ansiklopedik nitelikte bir bilim adamıdır. Leonardo, öncelikle bir ressam olarak ad yapmıştır; onun muhteşem yapıtları bazı kiliselerin duvarlarını; günümüzdeki önemli müzeleri süslemektedir. Ancak resim çalışmalarını sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için bir seri anatomi ve perspektif çalışmaları yapmak ihtiyacını hissetmiştir. Bu çalışmalardan perspektifle ilgili olanını Leon Battista Alberti ve Pietro della Francesco gibi devrinin matematikçileriyle birlikte yürütmüştür. Bunlardan Francesco matematiğin yanı sıra resimle de ilgilenmiştir.Diğer yandan Leonardo, yapı bilgisine gereksinme duymuş ve başta insan yapısı olmak üzere bazı canlı yapıları kapsayan bir anatomi çalışması yürütmüştür. Bu çalışmalarında enjeksiyon tekniğini uygulayarak, yani dokular arasına kısa zamanda donan bir maddeyi zerk ederek, yapıyı tespit edip, onu en ince ayrıntısına kadar, en doğru şekilde belirlemeye çalışmıştır. Bu gayretleri sonucunda, özellikle kalp, mide, muhtelif damarlar ve kasların yapısını günümüze uygun olarak belirlemeyi başarmıştır. Kalbin kapakçıkları ve hareketi üzerinde dikkatini yoğunlaştırarak, kalbin adeta bir tulumba şeklinde çalıştığını belirtmiştir.
/> Aydınlanma:Aufklärung ve Sturm und Drang
XVIII.yy'da özellikle şairler ve oyun yazarları arasında bir Alman kimliği belirmeye başladı:Gallert'in masalları ve komedileri tam anlamıyla Almandır.Her tür milliyetçiliğe yabancı aristokrasinin karşısında yükselen burjuvazinin desteklediği Lessing, Almanlığın savunucusu oldu.Gottsched ve dostları gibi Fransız kültürünü savunanlara karşı mücadeleden vazgeçmeyen Lessing,Milton'ın eserlerini çeviren Bodmer ve Breitinger gibi Almanca konuşan İsviçrelilerin İngiliz hayranlığını da eleştirdi.XVII.yy'ın ortasında birbirleriyle taban tabana zıt iki akım gelişti:duyguya ve manevi hayata öncelik veren Protestan piyetizm hareketi ve rasyonalizm (akılcılık). Böylece Alman burjuvazisi, kendini,Lessing'in hocalarından Diderot ve filixof Kant'ın hayranlık duyduğu Rousseau gibi, hem aklın hem de erdemin cazibesine kapılmış oldu.
XVIII.yy'ın ikinci yarısında Klopstock'un Mesih'i(Der Messias) , Wieland'ın 'Agathon'un Tarihi'(Geschichte des Agathon) ve Lessing'in Hamburg Dramatürjisi'(Hamburgische Dramaturgie)' gibi ilk büyük eserler doğdu.Aydınlanma Döneminde ,Lessing , Kant, sanat tarihçesi Winckelmann ve pedagog Basedow dışında katı bir akılcı ve dergi yayımcısı olan Friedrich Nicaolai veya Moses Mendelssohn (Lessin'in ünlü Bilge Nathan'ının ( Nathan der Weise) gibi çok sayıda popüler filozof yetişti.
Bununla birlikte akılcıların iyimserliği ve hoşgörüsü, adını Klinger'in bir trajedisinden alan Sturm und Drung (Fırtına ve Atılım) grubunun dahileri tarafından tartışmaya açıldı. Bu şairler başkaldırıya ve ölçüsüzlüğe , akıldan daha fazla inanıyordu.Alman edebiyat tarihinin bu önemli akımı ,1769'dan 1774'e kadar sürdü. Hareket, Aufklärung'un çizdiği yolu,yani bireyin kurtuluşu ve Alman kimliğinin ortaya konması çizgisini izledi.Alman inancının ve değerlerinin ateşli bir savunucusu olan Hamann'ın ardından,Lavater, Lenz, Jacobi Kardeşler, Heinrich Leopold Wagner ve Schiller de Sturm und Drang'a katıldı.Goethe'nin 1774'te yayımlanan Genç Werther'in Acıları (Die Leiden des Jungen Werther) adlı, mektuplardan oluşan romanı, Sturm und Drung'ın özeti gibidir. Roman büyük başarı elde etti ve bir intihar dalgasına yol açtı. Goethe'nin 1773'te yazdığı Demir Elli Şövalye von Berlichingen (Götz von Berlichingen) adlı tarihi dram, o tarihe kadar başlıca estetik kaynak olan Fransız trajedi kurallarının karşısında yer alan ve Shakespeare'den esinlenen yeni bir dramatürjiye temel oluşturdu. Sturm und Drang döneminin genç kuşağı aydınlanmanın medeniyet,kitap bilgisi,aklın eğitimi gibi ilkelerine karşı olarak savaş açmıştır.Her türlü kurala,yasaya karşı baş kaldırma şeklinde kendini gösteren bu yeni yaşam felsefesi ortaya çıkmıştır.Sturm und Drang dönemini,Aydınlanma'nın tutarlı bir devamı niteliğinde yorumlayan edebiyat tarihçileri de olmuştur.Bunlar çağın başkaldırıcı ruhunu,Aydınlanma'nın eleştirici aklıyla bağdaştırma yoluna gitmişlerdir.Fakat,Sturm und Drang dönemi,genel özellikleriyle Aydınlanma Devri'nin hayat anlayışına,değer yargılarına karşı olan bir savaştır.Sturm und Drang'çıların temel ilkesi Aydınlanma Devri'nde tanrılaştırılmış olan akıl karşısında irrasyonel güçleri savunmak,hisleri,sezgileri ve içgüdüleri tüm gücüyle ortaya koymaktır.Sturm und Drang insanının hayat anlayışı (Lebensgefühl) bir çelişki içindedir:Bir taraftan gerçekliğe ,yani geçici realiteye karşı anlayışlı olmak,diğer taraftan doğa ve hayatın ölümsüzlüğüne karşı sezgili olmak.Sturm und Drang'da,artık sanat amaca götürecek bir araç olarak görülmez.Sanat bir çeşit vahi (Offenbarung) olarak görülür.Bu dönemin diğer bir özelliği de milliyetçi olmasıdır.Klasik örnekleri hiçbir şekilde kabul etmemektedir.Herder Yunan eserlerindeki olağanüstü yaratıcılık ve orjinalliğiyle,Yunan eserlerinin büyüklüğünü görmüştür.Bu dönemin şiiri,önceki devrin edebiyat şiirine karşılık yaşantı liriği niteliğiyle kendisini göstermiştir.Bu tarz özellikle Goethe'de yoğun bir şekilde belirmiştir.Ode ve Hymne duygu ve yaşantıyı temel almaya başlamıştır,balad türü yeniden ortaya çıkmıştır.Nesir türüne ilgi gösterilmemiştir.Nesir tarzı belli bir objektifliği içerdiği için dönemin coşkun ruhuyla bağdaşmamıştır.

Aydınlanma Düşüncesinin Yayılması
Aydınlanma hareketi, amaçladığı hedef bakımından daha önce ortaya çıkmış olan entelektüel hareketlerden ayrılır. Bu hedef kamuoyudur. Voltaire, Diderot ve arkadaşları fikir kışkırtıcılarıdır. İnsanlarla tartışmak , onları ikna etmek isterler. XVIII.yy Avrupası'nda , okuma yazma konusunda görülen ilerleme, <kamusal alan> olarak adlandıracağimiz şeyin gelişmesini sağlar:Entelektüel ve siyasi fikir tartışmaları, yönetim kesimini oluşturanların ve seçkinlerin dar sınırını aşarak, toplumun daha geniş kesimlerini bu tartışmalrın içine giderek daha fazla sokar. Felsefe , Kant'ın da dediği gibi, iki yanlı olarak <aklın kamu yararına kullanması>dır: Bira yandan özgürce tartışma imkanlarıyla zenginleşen, halka açık çelişkileride içeren tartışma niteliği taşırken,öte yandan yeni fikirleri kabul ettirmek ve yaymak için yapılan ajitasyon,propagandadır. Salonlar
Aydınlanma Çağı, kamuoyu oluşmasına elverişli mekanları ya yeniden yarattı veya var olanları yeniledi. Bu gibi yerlerib başında kahveler geliyordu. İnsanlar buralarda okuyor, tartışıyordu. Mesela, Paristeki Procepe Kahvesinde Voltaire, Diderot, Marmonte , Vontenelle gibi düşünürler toplanıyordu, kahveler aynı zamanda, başarı kazanan son tiyatro oyunlarını , son çıkan kitapları ateşli bir biçimde tartışan genç şairlerin ve eleştirmenlerin gece bir araya geldikleri yerlerdi. Kahvelerin dışında, insanların en çok bir araya geldikleri yerlerse kibar çevrelerin devam ettiği salonlardı. Buralara, yalnızca boy göstermeye gelenlerden başlıyarak her türlü insan geliyordu.Ne varki buralara girebilmek için ,tanıdık biri tarafından tavsiye edilmek gerekiyordu. Ünlü hanımlar salonlarında sanatçıları ,bilginleri ve filozofları kabul ediyordu. Her salon sahibesi ziyaretçilerini haftanın belirli bir gününde kabul ediyordu. Bu salonların en ünlü örneği , yüzyılın başında ziyarete açılmış olan Lambertmarkizinin salonuydu. Daha sonraları , Madam de Tençin , Saint-Honore Sokağındaki salonunda Marivaux ve daha birçok yazarı kabul etti. Madam Geoffrin, Madam du Defvant, Julie de Lespinasse daha sonra da Madam Necker , Ansiklopedicileri salonlarında kabul ettiler. Yetenekli kişiler , düşüncelerini başkalarının düşünceleriyle karşılaştırmak veya yazdıkları son dizeler hakkında zevk sahibi kişilerin fikrini almak için, buralarda sık sık boy gösteriyordu. Bu salonları kibar, görgülü ve iyi eğitim görmüş kişileri , akşam toplantıları düzenliyor, yetenekli çekingen kişileri yüreklendiriyor ve süregiden bazı tartışmaları sonuçlandırıyordu. Bu kadınlar o dönemde hem cinslerine kıyasla güçlü kişilikleri olan, oldukça özgür , çoğu kez de kendileride yazar ve ileride <mektup edebiyatı> alanında ünlenecek kişilerdi.


XVIII. yy’ın entelektüel hareketi
Bordeaux Parlamentosu’nun başkanı ve İran Mektupları adlı eserin yazarı Baron Montesquieu(1689-1755) Avrupa’ da (özellikle İngiltere’de) yaptığı bir yolculuktan sonra, yeni bir tarih felsefesi formüle etti:^Her monarşi yönetiminde , gerek ahlaki, gerek maddi birtakım genel nedenler vardır. Bu nedenler o monarşiyi yükseltir, destekler veya yıkılıp gitmesine neden olur;meydana gelen bu olaylar bu nedenlerin etkisiyle gerçekleşir.^ (Romalıların Azamet ve İnhitatları Hakkında Mülazat *Considerations sur les Causes de la Grandeur des Romains et de Leur Decadence* , 1734) 1748 yılı , Kanunların Ruhu Üzerine ( Del’ Esprit des Lois) adlı eserin yayımlanıp, büyük başarı kazanmasıyla bir dönüm noktası oldu. Montesquieu bu eserinde bütün siyasi düzenlerini analiz ediyor ve bir ülkenin yasalarını , onun törelerine , iklimine ve ekonomisine bağlayan kaçınılmaz ilişkileri gözler önüne seriyordu. Böylelikle Monarşik düzenin göreceliği açık seçik ortaya çıkıyordu. Ertesi yıl Diderot , Görenlerin Yararına Körler Hakkında Mektup (Lettre sur les Aveugles a L’usage de Ceux Qui Voient, 1749) adlı eserini , Buffon da Genel ve Özel Doğa Tarihi (Histoire Naturelle Generale et Particuliere,1749) adlı eserinin birinci cildini yayımladı;1751’de ise Diderot ve D’Alambert hazırladığı ‘ Ansiklopedi’nin(Encyclopedie) birinci cildiyle , Voltaire’in XIV. Lois Asrı ( Le Siecle de Louis XIV) adlı eseri yayımlandı. 1750-1775 yılları arasında Aydınlanma Çağı’nın temel düşünceleri billurlaştı ve yayıldı. O dönemde Fransız Aydınlanması , Avrupa’nın kültürlü kesimini fethetmiş durumdadır. ‘ Akıllarda bir devrim gerçekleşti(…) . Aydınlanmanın her köşeye yayıldığına kuşku yok’ diyor Voltaire 1765’te. Bundan böyle tanrıtanımazlık, kendini göstermekten çekinmez. Bu düşüncenin belli başlı savunucuları, ‘Zihin Üzerine’ (Del’Esprit,1758) adlı eseriyle Helvetius ve ‘Doğa Sistemi’yle (Systeme de la Nature, 1770) d’Holbach’tır. 1775’ten sonra büyük yazarların arka arkaya ölmesine rağmen , Aydınlanma düşüncesi artık, coğrafi ve toplumsal olarak yayılabileceği en geniş sınırlara yayılmıştır; düşünce politize olur: felsefe artık halk katına inmiştir. Papaz Raynal’in despotluğu , fanatizmi ve sömürgeciliği mahkum eden eseri ‘ Avrupalıların Amerika ve Hindistan’daki Kurum ve Ticaretlerinin Felsefi ve Siyasi Tarihi (Histoire des Deux Indes .1770)’ büyük başarı kazanır.

Aydınlanma Hareketinin Yankıları
XVIII. yy'a özgü entelektüel bir hareket olan aydınlanma hareketinin , yaşanılan çağın sanatını da etkilememiş olması düşünülemez. Bununla birlikte sanat çevrelerine belirli, bir estetiği dayatmazken özel bir şehircilik anlayışı getirdi. Aydınlanma düşüncesinin tasarladığı şehir , halk güçleriyle halkın çıkarlarına duyarlı mimarların birlikte gösterdikleri bir çabanın ürünüdür:şehir aydınlık, havadar, sağlığa uygun ve işlevsel olmalıdır. Mimar Claude Nicolas Ledoux (1736-1806) , bütünüyle işlevsel ve yararlı konut ütopyasını en uç noktasına götürmüş kişidir. Bu mimar, 1775 yılından başlayarak Juralardaki ünlü Tuz şehri Chaux'yu hiçbir fantaziye veya doğaçlamaya kaçmadan, gerçek bir fabrikalar şehri olarak gerçekleştirmiştir.Aydınlanma hareketinin taşıdığı duyarlılık, genel olarak ahlaki bir duyarlılıktır:Voltair'e özgü taşlamaların zamanı geçtiğinde insanlar Rousseau ile birlikte Yeni Heloise ( la Nouvelle Heloise, 1761) veya Greuze 'ün tabloları karşısında diz çöküp sonsuza kadar kalıcı olacak güzeli ve iyiyi araştırır.Aydınlanma düşüncesi, militan iradesine rağmen, yalnızca burjuvazinin yükselen kesimlerini de kaplar hale gelmiş seçkinleri etkiledi. Bu egemen çevrelerdeki yankıları , İngiltere ve Fransa'da çok büyük olmakla birlikte, Almanya ve İtalya'da sınırlı kaldı. Aydınlanma'nın etkisinin çok sınırlı olduğu İspanya ve Rusya'da ise yalnızca birkaç aydın, yüksek dereceli memurlar ve büyük aileler bu harekete katıldı.Aydınlanma hareketi her şeye rağmen, o dönemde herkesin kesin gözüyle baktığı gerçeklikleri temelinden sarstı. Bu sarsılma, toplumsal ve siyasi alanlarla da sınırlı kalmadı:Aydınlanma hareketi, devrimci kuşağa esin kaynağı olmuştur; ancak bu Aydınlanmacıların 1789 Fransız Devrimi'ni bilinçli olarak isteyip hazırladıkları anlamına da gelmez.

Aydınlanmanın doğuşuna ve gelişmesine neden olan bazı isimler

Newton, Kopernik, Galileo, Laplace, Dekart, Jean-Jacques Rousseau, Francis Bacon, David Hume, Immanuel Kant, Claudie Andrien Helvetius, Ettienne Bunnot de Condillac, Lois Rene de Caradeux de la Chalotais, Gothold Ephraim Lessing, Julien Offrey de Lamettrie, Thomas Hobbes, John Locke, Berkeley, Leibniz, Denis Diderot, dalambert, Voltaire, Montesquieu

[değiştir] Vormärz Dönemi

Alman siyasal ve kültürel hayatında Vormärz Dönemi olarak bilinen bu dönem,1848 Devrimi öncesindedir ve Viyana Kongresi'yle (1815) birlikte başlar. Viyana Kongre'si de 1789 Fransız İhtilali'nin bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Almanya, Avusturya, İtalya ve Fransa'da meydana gelen siyasal hareketliliklerin kaynağı Fransız İhtilali idi.

Avrupa'da ilerleyen Napolyon'a karşı Alman kurtuluş savaşları, milli bir Alman Birliği ruhunun oluşmasına zemin hazırlamıştı. Hanedanlığı savunanlar demokratlaşma doğrultusunda atılan adımlardan ve herhangi bir gelişimden çekiniyorlardı. 1815 Viyana Kongresi görüşmelerinde milli anayasa problemi,federatif anayasa problemi şeklinde tanımlandı ve böylelikle Federal Devletler İlkesi (das staatenbündische Prinzip) tesbit edilmiş oldu. Siyasal yönetime halk temsilcilerinin katılması fikri tamamıyla reddedilerek toplumsal güçlerin hanedanlık esasında, devlet disiplini altında tutulması ilkesine karar verildi. 1848'de burjuva devrimi aydın burjuva tabakası sayesinde meydana gelmiştir. Almanya'nın yeni yasasında politik haklarını kaybetmişlerdi ve böylelikle muhalefeti oluşturdular. Halkın politik düşüncelerini biçimlendirme konusunda aydınların ve üniversitelilerin etkinliği, silahın geri planda kalmasına neden oldu. Karlsbad toplantısıyla üniversiteyi ve basını kontrol altına almayı amaçlayan bazı yasalar çıkarıldı(1819). Bir devlet yetkilisinin kontrolü altında üniversite politikadan uzak tutulmaya çalışıldı. Basın da sansürle muhalefette etkisiz hale getiriliyordu. 1830 Fransız İhtilali'yle burjuvanın haklarını savunması ve monarşi ilkesi yıkıldı, bu da Almanya'da huzurun korunabilmesi için yeni yasaların çıkarılmasına neden oldu. 1832'de siyasi amaçlı tüm dernekler yasaklandı.

İşte bu toplumsal siyasi ortamda ve genel hatlarıyla iki karşıt doğrultuda ilerleyen edebiyata Vormärz Dönemi denilmiştir. Biedermeier ve Junges Deutschland akımlarının ortak noktasını oluşturur.

Bu dönemde eser veren yazarların bir kısmı eski geleneği sürdürmeye çalışmışlarsa da onlarda çağın gerçeklerini gözardı etmeyip, bu çabadan vazgeçmişlerdir. Fakat hiçbir zaman biraraya gelerek bir grup oluşturmamış birlikte program yapmak istememişlerdir. Ayrı eserler vermişlerdir, ama yaratıcılıklarının ortak noktaları daha sonra onları aynı ad altında toplamıştır. Diğer yandan eski edebiyat tarihçileri, bunları genel olarak realizm akımı içerisinde değerlendirip, bu akımın ilk temsilcileri ya da realizm öncesindeki yazarlar, şairler olarak görüyordu.

[değiştir] Alman Birliğine Doğru

Devrim, sonra da Napolyon savaşları sırasında Almanya, Fransa tarafından fethedildi; bu, Alman halkında birlik ve milliyetçilik duygusu yarattı. Napolyon tarafından yenilgiye uğratılan Prusya, köklü askeri ve toplumsal reformlara giriştikten sonra Fransız İmparatorluğuna karşı yürütülen kurtuluş savaşında Alman devletlerinin başına geçti ve bunları 1813'te zafere ulaştırdı.

Alman Konfederasyonu(1815-1866)

(1814-1815)Viyana kongresi ile birlikte alman milliyetçiliğini savunanların hayalleri yıkılmış, bu kongre ile prenslerin ayrıcalıkları korunmuş ve Napolyon'un basitleştirilmiş siyasi yapısı (her biri büyük bir özerklikten yararlanan 38 devletten oluşmuş bir konfederasyon) korunmuş oldu.. Alman konfederasyonu, Habsburgların himayesi altına girdi,ama onursal bir başkanlık sözkonusuydu; Viyana'daki hükümdarlar artık Avusturya İmparatoru dışında bir ünvan üstleneceklerdi. Prusya 1834'te Alman devletlerinin çoğunluğunu bir arada toplayan gümrük birliğini oluşturmakla kalıp , geçici olarak arka plana çekildi. Viyana Kongresi'nin sonraki 30 yılında, Avusturya dışişleri bakanı Metternich tarafından temsil edilen tepki, Fransız devriminin esinlendiği liberal düşüncelerin ve milliyetçi ideolojinin giderek daha şiddetli eleştirilerine hedef oldu. Değişim talepleriyle birleşen ekonomik bunalım, 1848 devrimini hızlandırdı; devrim hemen hemen bütün Alman devletlerini liberal ödünler vermeye zorladı. Alman Birliğini sağlamak ve ülkeye bir anayasa kazandırmakla görevli ulusal bir kurultay olan Frankfurt diyetine, temsilciler seçildi. Bununla birlikte devrimci hareketin bağrındaki bölünmeler ve muhafazakar Prusya'nın inatçı muhalefeti (IV.Friedrich-Wilhelm birleşik Almanya'nın anayasal hükümdarı olmayı reddetti), devrimin 1849'da başarısızlığa uğramasıyla sonuçlandı.

Almanya'nın Bismarck tarafından birleştirilmesi
1862^de Prusyanın yeni başbakanı Otto von Bismarck tarafından Alman milliyetçiliği tekrar gündeme getirildi. Muhafazakar ve yurtseverbir kişiliğe sahip olan Bismarck , milliyetçi temaları liberallerin elinden almaya ve birleşmiş bir Almanya üzerinde Prusya'nın hegemonyasını kurma amacı taşımaktaydı. 1864’te Avusturya ile birlikte Danimarka’ya karşı yapılan savaş, Schleswig’in Prusya’ya , Holstein’ın da Avusturya’ya bırakılmasıyla sonuçlandı. Holstein yönetimi konusunda çıkan bir anlaşmazlık Bismarck’ın ,1866 Avusturya – Prusya savaşı’yla Avusturyalılara saldırmasına (ve yenmesine) bahane oldu. Bismarck, Viyana’yı Almanları ilgilendiren işlerden uzaklaştırmaya özen göstererek, 1867'de , kuzey Alman devletlerini Prusya’nın egemenliği altındaki bir federal hükümetin otoritesi altında birleştiren Kuzey Almanya Federasyonu’nu kurdu. Üç yıl sonra başlayan Fransa-Prusya Savaşı sırasında güney devletleri (Bavyera, Baden, Württemberg, Pfalz) konfederasyona girmeyi kabul ettiler ve 18 Ocak 1871’de Versailles Sarayı’nın Aynalar Galerisi’nde Prusya Kralı I.Wilhelm yeni Alman Reich’ının (imparatorluk) imparatoru olarak taç giydi.Böylelikle Bismarck liberallerin başaramadığını <kılıç ve kanla> başardı. Politika sahnesinden tamamen silinen liberaller, güçlü Prusya başbakanıyla hemen barış yapmak zorunda kaldılar.

[değiştir] II. Alman İmparatorluğu (1871-1918)

Bismarck
Bismarck

18 Ocak 1871’de kurulan Alman İmparatorluğu kitlelerden gelen milliyetçi duyguların değil, askeri zaferleri izleyen geleneksel diplomatik girişimlerin ürünüydü.Kuzey Alman Konfederasyonu’na üye devletlerin liderleriyle Bavyera,Baden, Hessen ve Württemberg’in hükümdarları arasında bir anlaşmaya varılmıştı.O tarihte Alman topraklarının ve nüfusunun yaklaşık beşte üçünü kapsayan Prusya, imparatorluğun I. Dünya Savaşı’nın ardından çöküşüne değin birliğin egemen gücü olarak kaldı.

İmparatorluk oluştuğunda 540.857 km.’lik bir alanı kaplayan Almanya’nın nüfusu 1871-1914 arasında 41 milyondan 67 milyona çıktı. Nüfusun yüzde 63’ü Protestan, yüzde 36’sı Katolik,yüzde 1’i Yahudiydi.Polonyalı ,Danimarkalı ve Fransızlardan oluşan küçük azınlık grupların dışında nüfus tümüyle Germen kökenliydi.Kırsal nüfus yüzde 67 kadardı; gerisi kasaba ve kentlerde yaşıyordu.1820’lerde ve 1830’ larda çıkarılan zorunlu eğitim yasaları nedeniyle nüfusun neredeyse tümü okuryazardı.Alman İmparatorluğunun anayasası Kuzey Alman Konfederasyonu ‘ndan devralınmıştı.Bismarck’ın 1867’de hazırladığı bu anayasa Almanya’nın kırsal ağırlıklı yapısını ve Junker kökenli Bismarck’ın otoriter eğilimlerini yansıtıyordu.Biri halkı,öbürü 25 eyaleti temsil eden iki meclis vardı.Erkek yurttaşların gizli oyuyla seçilen İmparatorluk Meclisi 397 üyeliydi. Parlamentonun eyalet temsilcilerinden oluşan üst kanadı ise Bundesrat adını taşıyordu.1867 ve 1871’ de belirlenen seçim bölgeleri hiçbir zaman nüfustaki değişiklikleri yansıtacak biçimde değiştirilmedi. Dolayısıyla da kentleşme ilerledikçe kırsal kesimin meclisteki ağırlığı ülkedeki oranının çok üstüne çıktı.

Kuramsal olarak alt meclis her yasayı geri çevirebilirdi,ama gerçekte yetkileri sınırlandırmıştı.Ayrıca bakanlar da meclis değil , imparator tarafından seçiliyor ve ona karşı sorumlu tutuluyorlardı.İmparatorluk bütün varlık süresince imparatorluğun siyasal sistemi arasındaki uyuşmazlığın etkisinde kaldı.Prusya’nın siyasal sistemi arasındaki uyuşmazlığın etkisinde kaldı.Prusya’da alt meclis üç sınıflı bir seçim sistemiyle belirleniyor,erkek nüfusun yüzde 15’ini oluşturan mülk sahipleri temsilcilerin yüzde 85’ini seçiyordu.Dolayısıyla tutucular Prusya’da her zaman çoğunluğu sağlayabiliyor, oysa imparatorluk sistemi merkez ve sol partilere büyüyen bir çoğunluk olanağı veriyordu.İmparator aynı zamanda Prusya kralıydı.İki kısa dönem dışında Prusya başbakanı da hep imparatorluk şansölyesi oldu.Bu durumda yürütme,iki ayrı mecliste çoğunluk sağlama gibi bir sorunla karşılaştı.Genellikle bürokrasi ya da asker kökenli olan politika deneyimleri yoktu.

Bismarck kırsal nüfusun liberal eğilimli ilerici partiye değil, Muhafazakar ve Bağımsız Muhafazakar partilere oy vereceğini düşünerek erkekler için genel oy akını kabul etmiş , kurulacak yeni partilerini hesaba katmamıştı.Ama 1870’lerin başında Prusya’ da seçimlere katılmaya başlayan,Katolik inanç temelinde örgütlenmiş Merkez Partisi ve Alman Sosyal Partisi önemli oranda oy aldı.1871’de Bismarck Liberaller’le birleşerek Merkez Partisi’ni yok etmeye yönelik Kulturkampf ‘ı(kültür savaşını)başlattı.Katolik Kilisesi’ni hedef alan bir dizi yasa çıkarıldı; medeni nikah kabul edildi;papazların yer değiştirmesi yasaklandı;tarikatlar dağıtıldı.Tersine Katolik azınlığın bir siyasal partiye gereksinimleri olduğunu anlamalarına yaradı.1870’lerin olduğunu anlamalarına yaradı.1870’lerin Kulturkampf’tan vazgeçen Bismarck bu kez muhafazakar partiler ve Ulusal Liberallerin birçok üyesiyle birleşerek SPD’ye karşı bir kampanya başlattı.Hızla sanayileşen Almanya’da tehlikeli olabilecek bu partinin anayasa gereği seçimlere katılmasını önleyemediyse de ,1878-90 arasında yasadışı ilan edilmesine yol açan meclis çoğunluğunu sağladı.Pek çok sosyalist İsviçre’ye kaçtı.1880’lerde Bismarck işçileri sosyalizmden caydırmak için bazı sosyalgüvenlik hizmetleri sistemi kurdu.Ama Katolikler karşısında olduğu gibi,sosyalistler karşısında da başarısızlığa uğradı.1890 seçimlerinde Bismarck’ın deyimiyle ‘imparatorluk düşmanı’bu iki parti çok büyük kazançlar sağladı.Yeni imparator II. Wilhelm(1859-1941)74 yaşındaki başbakanın istifasını istedi.

[değiştir] 1. Dünya Savaşı (1914-1918)

II.Alman İmparatorluğu 1871 yılında Versailles'da kurulmuştur.İmparatorluğun başında Prusya kralı olan I.Wilhelm vardır.Parlementoya karşı verilen savaşta I.Wilhelm'in yanında,daha önce Alman Federal Meclisi Prusya temsilcisi olan Otto von Bismarck vardır ve Bismarck desteklerinden dolayı kral tarafından başbakanlığa atanmıştır. Napolyon'un tahttan indirilmesini fırsat bilen Almanlar Paris'i kuşattılar.1871 yılında komunist ayaklanması ortaya çıktı.Bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra imzalanan barış antlaşmasıyla Elsass-Lotrigen bölgesi Almanya'ya bırakılmıştır ve Fransa yüklü miktarda tazminat ödemiştir. Bu dönemde Almanya Avrupa'nın üçüncü büyük gücü olarak görülüyordu.Fransa'dan Elsass-Lotrigen'in alınması üzerine bu ülke ile dostluk kurulamadığından Bismark Rusya'ya yönelmiştir. 1873 yılında ise Almanya, Rusya ve Avusturya arasında bir antlaşma imzalanmıştır.(Üç İmparator Antlaşması)

Antlaşmanın üzerinden çok zaman geçmeden bu ülkeler arasında gerginlikler yaşanmaya başlamıştır.Rusya ve Avusturya arasında Balkanlarda yaşanan gerginlik gitgide artmaya başlamıştır. 1877 yılında Rusya ve Türkiye arasında Boğazlar yüzünden bir savaş ortaya çıkmıştır.Bu savaşta Fransa ve İngiltere Türklerin safındaydı.Bismarck ise arabulucu rolünü üstleniyordu.Bismarck'ın katkıları sonucu Rusya büyük Bulgaristan kurma isteğinden vazgeçti yerine küçük bir Bulgaristan kuruldu.İngiltere Kıbrıs'ı ele geçirdi ve Avusturya Bosna-Hersek'te söz sahibi olmaya devam etti. Almanya Avrupa'da büyük bir güç haline gelmiş ve Bismarck'ın istememesine rağmen emperyalist sömürge politikasına girmiştir. 1884 yılında Doğu Afrika'da sömürgeci politikaya başlamıştır.Fakat bu durum İngiltere ve Fransa'yı kendi menfaatleri açısından tehdit ediyordu. 1888 yılında I.Wilhelm ölünce tahtta II. Wilhelm geçmiştir. Bu arada Protestan ve Katolik kilisesi arasında kavga çıkmaya başlamıştır ve neredeyse on yıl boyunca süregelen bu kültür savaşı aslında burjuvazinin zayıflaması sonucunda ortaya çıkmıştır.

1878 yılında Bismarck Sosyal Demokratik Parti'yi yasaklamıştı. Yasaktan 12 yıl sonra 1890 yılında yasağın kaldırılması ile Sosyal Demokrat Parti mecliste ikinci büyük güç haline gelmiştir.Fakat Bismarck'ın bu yasağı tekrar uzatmak istemesi sonucunda kral tarafından görevinden azledilmiştir.Almanya'nın emperyalist dünya politikasında güçlü konuma gelmesi Fransa ve İngiltere'yi rahatsız etmeye başladı.1913 yılında Almanya Amerika'dan sonra ikinci büyük endüstri devleti haline geldi.Bu da savaşın başlamasına bir neden oldu. 1914 yılında I. Dünya Savaşı ortaya çıktı.Almanya,Avusturya-Macaristan ve Türkiye (Üçlü İttifak); İngiltere,Fransa ve Rusya(Üçlü İtilaf)'ya karşı savaştı.Rus ordusu Masuren'de bozguna uğratıldı fakat Almanya ve Avusturya her iki cephede de büyük kayıplar verdi. 1917 yılında Almanya'da kıtlık başladı.1918 yılında İngiltere ve Fransa'nın savaşta büyük kayıplar vermesi sonucu Amerika bu ülkelere askeri açıdan destek verdi.ABD Başkanı Wilson 14 Maddelik barış programı ilan etti.Rusya ve Almanya arasında Brest-Litowsk'da barış antlaşması yapıldı.Ekim ayında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağıldı. İlk Devlet Başkanı Sosyal Demokrat Friedrich Ebert'in isteği üzerine 11 Kasım'da Alman mütareke heyeti Fransız Mareşal Foch tarafından hazırlanan ağır şartlarda bir antlaşma imzaladı ve bununla birlikte I. Dünya Savaşı ve II. Alman İmparatorluğu son buldu.

İmparatorluk döneminde Almanya'da sanatsal açıdan da gelişmeler olmuştur. Bu dönemde Nietzsche ilk kitaplarını yayınlamaya başlamıştır.Liebermann ile resim dalında emperyonizm akımı ortaya çıkmıştır. Wagner "Parsifal" adlı eserini yayınlamıştır. Wagner ve Nietzsche karşıt düşünceleri savunuyorlardı. Yazarlar eserlerinde genellikle burjuva halkının yaşadıkları olayları konu almışlardır. Fransız İhtilalinin getirdiği yeni anlayış ve görüşler siyasi ve sosyal hayatta büyük değişiklikler yapmıştır. Milliyetçilik düşüncesi özellikle 20. yüzyılın başlarında etkisini göstermeye başlamıştır. 1815 yılında Viyana Kongresi ile Avrupa'ya yeni bir statü getirilmiş ve buna göre de güçler dengesi kurulmuştur. Özellikle 1870 Sedan Savaşı ile Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması ve bu devletlerin girişimlerde bulunmaları Viyana Kongresi statüsünü ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmiştir.

1870'lerden sonra kuvvetlerin Avrupada Almanya lehine değişmeye başlaması, İngiltere'nin buna müdahale etmesine neden oldu. Almanya'nın denizlerde güçlenme girişimleri ve İngiliz sömürgelerine giden yollara yakınlaşması İngiltere tarafından çıkarlarına direk olarak yapılmış tehdit olarak görülmüştür.

Fransız İhtilali ve çeyrek yüzyıl süren ihtilal savaşları 1. Dünya savaşının asıl nedenleri olarak gösterilebilir. Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan düşünceler sadece devletlere değil devletlerarası ilişkileri de oldukça etkilemiştir. Örneğin liberalizm sadece devletler içinde değil devletlerarası ilişkilerde de çatışmalar yaşanmasına sebep olmuştur. Milliyetçilik ise liberalizmden daha da etkili olmuştur. İtalyan ve Alman birlikleri kurulmuştur. Bunlar avrupa dengesinin değişmesine neden olmuştur. Balkanlarda milli duygular artmıştır. Bu bölge avrupanın rekabet ettiği bir alan haline gelmiştir. Hatta 1. Dünya Savaşının ortaya çıkmasına sebep olan olay da burada yaşanmıştır.

19. yüzyıl içinde önem kazanmış diğer bir gelişme de sanayileşmedir. Sanayileşme sonucu sömürgelicilik ortaya çıkmış ve büyük devletlerin çıkar çatışmaları Afrika, ve Uzak Doğu'ya kadar yayılmıştır. Ham madde ve pazar arayışı hızlanmış, bütün devletler sömürge yarışına girmiştir. Bazı devletlerin siyasi birliklerini geç kurmaları blokların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bloklar hızla silahlanarak yeni bir savaşın ortamını hazırlamıştır.

Savaşın isminin dünya savaşı olmasının nedeni savaşa bütün dünya ülkelerinin katılmasından değildir, savaşın dünyanın merkezi olarak algılanan Avrupa'da çıkmasından kaynaklanır.

Nedenler:

  • Avusturya-Macaristan imparatorluğunun velahdı Ferdinand'ın bir Sırplı tarafından öldürülmesi
  • Milliyetçilik düşüncesi
  • Sömürgecilik (ham madde ve pazar arayıcılığı)
  • Avrupa devletleri arasındaki ekonomik ve siyasi rekabet (özellikle de Almanya ve İngiltere arasında)
  • Aşırı silahlanma hareketi

Birinci Dünya Savaşı, 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında meydana gelen olay ve gelişmelerin bir sonucudur. Bu bakımdan sebeplerini bu dönemde aramak gerekir. Birinci Dünya Savaşı, Avrupa'da dört merkezi devlete karşı, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin giriştiği, o tarihe kadar görülmemiş ilk dünya savaşıdır. I. Dünya Savaşı Avrupa'da ittifak veya merkezi devletler diye adlandırılan Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ile itilaf devletleri diye adlandırılan İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD önderliğindeki diğer başka devletler arasında gerçekleşmiştir.

[değiştir] Weimar Cumhuriyeti (1918-1933)

[[Resim:

Weimar Cumhuriyeti (Weimarer Republik) 1919 ile 1933 arasında Almanya’yı yönetmiş olan cumhuriyetin adıdır. Bu dönem Alman tarihinde Weimar Dönemi diye bilinir.

Cumhuriyet ismini, I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle ayrılınması sonucu, lavedilen Alman monarşisi yerine, milli meclisin yeni anayasayı oluşturmak için 1919 yılında toplandığı Weimar kentinden alır. Ancak cumhuriyet o dönemde hala kendini “Deutsches Reich” Alman İmparatorluğu olarak adlandırıyordu.

Almanya’da liberal bir demokrasiyi yerleştirmek için yapılan bu ilk girişim, yoğun sivil antlaşmazlıkların olduğu bir döneme rastgeldi ve Adolf Hitler’in Nazi Partisi'nin iktidara gelmesiyle sona erdi. Aslında teknik olarak 1919 Anayasası II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar yürürlükten kaldırılmadı. Ancak 1933 yılındaki Nazi Hükümeti düzenlemeleri, tipik “demokratik” sistemin mekanizmalarını tahrip etti, o yüzden 1933 Weimar döneminin sonu olarak kabul edilir.

Kasım 1918’de monarşinin yıkılması ve Ocak 1919’daki anayasa yapıcı Alman Ulusal Meclis’i seçimleri sonucunda İmparatorluk’tan Weimar Cumhuriyeti‘ne geçişte sağlanan devamlılık gerçekten de dikkate değerdi. Hatta belirli bir ölçüde monarşi kurumu, değişik bir biçimde sürüyordu: Halk tarafından seçilen İmparatorluk Başkanı makamı öylesine kuvvetli yetkilerle donatılmıştı ki, daha o zamanlar bir “imparator yedeğinden” ya da bir “yedek imparatordan” söz ediliyordu. İmparatorluk’tan ahlaki olarak da bir kopma olmadı. Savaş suçu sorusuyla ilgili olarak ciddi bir hesaplaşma gerçekleşmedi, halbuki (veya çünkü) Alman kayıtları açık bir dille konuşuyorlardı: İmparatorluk yönetimi, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya-Macaristan Veliahtı’nın öldürülmesinden sonra uluslararası krizi bilinçli olarak tırmandırmıştı ve böylece Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasında baş sorumluluğu taşıyordu.

Yapılmayan savaş suçu tartışmasının devamında Almanya’nın savaşta suçsuz olduğu miti doğdu. Bu mit, hançerleme miti ile birlikte (buna göre, anavatandaki hainlik Almanya’nın yenilgisine neden olmuştu) ilk Alman demokrasisinin yasallığının alaşağı edilmesinde katkı sağladı. Almanya’nın 28 Haziran 1919’da imzalamak zorunda kaldığı Versay Barış Antlaşması hemen hemen tüm Almanlar tarafından büyük haksızlık olarak algılandı. Bunun nedenleri, Alman İmparatorluğu ve müttefiklerinin savaş suçlusu oldukları gerekçesiyle dayatılan, özellikle yeni kurulan Polonya yararına olan toprak kaybında; tazminat şeklindeki maddi yüklerde; sömürgelerin kaybında ve getirilen askeri sınırlamalarda yatmaktadır. Avusturya’nın Almanya ile birleşmesinin yasaklanması da haksızlık olarak görülüyordu. Habsburg monarşisinin yıkılmasıyla büyük Almanya çözümünün gerçekleştirilmesi için ana engel kalktıktan sonra, Viyana ve Berlin devrim hükümetleri her iki Almanca konuşan cumhuriyetin derhal birleştirilmesine karar vermişlerdi. Bu talebin popülerliğinden her iki taraf da emindi.

Versay ve Saint Germain Barış Antlaşmaları’ndaki birleşme yasağı büyük Almanya düşüncesinin tekrar kuvvetlenmesine engel olamadı. Bu düşünce, eski imparatorluk fikrinin bir rönesansı ile birleşti: Tam da Almanya askeri olarak yenilmiş ve yenilginin sonuçları altında acı çekmekte olduğundan, geçmişin olduğundan güzel bir şekilde yansıtılmasına inanmaya müsaitti. Ortaçağın Kutsal Roma İmparatorluğu bir ulusal devlet değil, evrensel iddiası olan uluslar üstü bir oluşumdu. 1918’den sonra bu mirasa öncelikle, siyasi sağdaki güçler göndermede bulunuyorlardı. Almanya için yeni bir ileti belirlemişlerdi: Almanya, Avrupa’da düzenleyici güç olarak batı demokrasilerine ve doğu Bolşevikliğine karşı öne çıkmalıdır. Parlamenter demokrasi olarak Weimar demokrasisi yalnızca onbir yıl yaşayabildi.

1930 Mart sonunda sosyal demokrat Hermann Müller başkanlığındaki son çoğunluk hükümeti, işsizlik sigortasının iyileştirilmesiyle ilgili bir tartışmadan ötürü dağıldı. Şimdiye kadarki büyük koalisyonun yerine Katolik Merkez siyasetçisi Heinrich Brüning başkanlığında, 1930 yazından beri İmparatorluk Başkanı, kocamış Mareşal Paul von Hindenburg’un olağanüstü hal düzenlemeleri yardımıyla hükümet eden bir burjuva azınlık hükümeti geçti. 14 Eylül 1930’daki parlamento seçimlerinde Adolf Hitler’in nasyonal sosyalistleri (NSDAP) en güçlü ikinci parti konumuna yükseldikten sonra, hala daha en güçlü parti olan sosyal demokrasi (SPD), Brüning hükümetini tolere etmeye başladı. Busayede İmparatorluk’ta sağa kayışın önüne geçilmesi ve SPD’nin, Brüning’in partisi Katolik Merkez ve burjuva demokratlarla birlikte iktidarda olduğu, en büyük tek devlet Prusya’da demokrasinin korunması amaçlanıyordu.

İmparatorluk Parlamentosu, başkanlığa bağlı olağanüstü hal sistemine geçildiğinden beri, yasama organı olarak İmparatorluğun meşruti monarşisinde olduğundan daha az söz hakkına sahipti. Parlamentosuzlaştırma seçmenlerin giderek devre dışı bırakılması demekti ve işte bu, parlamento karşıtı sağ ve sol gurupların güçlenmesine yol açtı. Bundan en fazla nasyonal sosyalistler yararlandı. Sosyal demokratlar Brüning’i düşürdüklerinden beri Hitler kendi hareketini, “Marksizm’in” gerek bolşevik ve gerekse reformist tüm oyun türlerinin halka uygun tek seçeneği olarak tanıtabilmişti. O, şimdi ikisine de çağrıda bulunabilecek durumdaydı: Bu arada gerçekten başarısız olan parlamenter demokrasiye karşı yaygınlaşmış çekinceli tutuma ve erken otuzlu yıllarda Brüning, Papen ve Schleicher hükümetlerinin üçünün de politik etkisini kaybettirdiği, Bismarck zamanından beri tasdik edilen ve genel eşit seçim hakkı şeklinde vücut bulan halkın katılım hakkına. Böylelikle Hitler, Almanya’nın eş zamanlı olmayan demokratikleşmesinden; yani, demokratik bir seçim hakkının erken başlatılmasından ve hükümet sisteminin parlamenter temele geç kavuşmasından en çok faydalanan kişi oldu.

[değiştir] III. Alman İmparatorluğu ve Faşizm (1933-1945)

Nazi Diktatörlüğü

Almanya birkaç ay içinde yola getirildi: komünistlerin üzerine yıkılan Reichstag yangınının(27 Şubat 1933) ardından, siyasi partiler ve bağımsız sendikalar yasaklandı. Hindenburg'un 2 Ağustos 1934'te ölmesiyle Hitler , Almanya'nın mutlak efendisi (Reichsführer) durumuna geldi.Nazi Partisi , halkı kadroşaltırma işini üstlendi.Rejim muhaliflerine ve sözde <<Ari ırk>> tan olmayan herkese şiddetli bir baskı uygulanmaya başladı. Hitler ülkeyi yeniden silahlandırmaya girişti, ekonomik etkinliği kendisine yeterli noktasına çekti ve işsizliği azaltmasını sağlayan bir bayındırlık çalışmaları politikası izledi. Üç yıl içinde Versailles Antlaşması'nın bütün sınırlamalarını kırdı: zorunlu askerlik hizmetini yeniden başlattı, Rheinland'ı yeniden silahlandırdı ve 1938'de Avusturya'yı ilhak etmeden (Anschluss) önce İspanya iç savaşına müdahale etti.Batılı demokratlar, savaş başlatma korkusuyla Çekoslovakya'nın III.Reich lehine parçalanmasını (Münih Konferansı,1938) kabul ettiler ama, Führer'in birlikleri 1 eylül 1939'da Polonya'yı işgal edince seferberlik ilan ettiler.
Nazi Döneminde Edebiyat
Dışavurumculuk,faşizmin yükseldiği dönemde , Brecht'in ilk oyunları ve Musil'in birkaç hikayesiyle bir süre daha devam etti.Ama Hitler'in iktidara gelmesi edebiyatı siyasi kavganın içine itti ve birçok Alman yazar ülkesini terketmek zorunda kaldı.Thomas Mann 'ın pek çok eserini 1932'den önce yazmış olması, zaman zaman XIX.yy natüralistleri arasında değerlendirilmesine yol açmıştır, ama gerek İsviçre'de gerek Kaliforniya'daki yılları sanat hayatının en verimli dönemiydi.Ama en büyük Alman sürgünlerinden biri , tiyatro anlayışıyla bütün XX.yy tiyatrosuna damgasını vuracak olan Bertholt Brecht'ti.Hitler Almanyası'nın edebiyatı ise, hem hayat alanı hem de Kuzey Rönesansı temalarını yücelten bir kan ve vatan (Blut und Boden) edebiyatıydı.
Çifte bir edebiyat
Yenilgi'nin sonuçları hem Almanya Federal Cumhuriyeti'nde (Heinrich Böll ve Hans Erich Nossack) hem de Alman Demokratik Cumhuriyeti'nde (Anna Seghers) bir yıkıntı edebiyatının (trümmerliteratur)doğmasına yol açtı. Grup 47 ve dergisi Der Ruf,Günter Grass'tan İngeborg Bachmann ve Uwe Johnson'a varıncaya kadar pek çok yazar, geçmişle bağların kökten koparılmasının yollarını aradı.En büyük sorun, ikiye bölünmüşlüğün aşılmasını ve Hitlerciliğin yarattığı canavarlardan kurtulmuş bir ahlak ve estetik çevresinde toplanmayı sağlayan yeni bir Alman kimliğinin tanımlanmasıydı.Ernst Junger Almanca yazanlardaki çeşitliliği (Avustralyalı Friedrich Achleitner , Carl Artman,Thomas Bernhard ve Peter Handke, İsviçreli Max Frisch ve Friedrich Dürrenmatt veya Bulgaristan'da doğan,Ladino dilini*Yahudi İspanyolcası* konuşan Yahudi bir aileden gelen ve Almanca yazmayı seçen romancı ve denemeci Elias Canetti) bu ahlak ve estetikle açıklar.
Gerçekleşme ihtimali dahi olmayan bir birliğe kavuşmak için uzun zaman Batı Almanya'ya geçmek zorunda bırakılan Doğu Alman yazarlar,1990'da ortak bir vatanda Batı Almanyalı *kardeş*leriyle buluştular.Öyleyse Almanca yazan yaratıcıların, XXI.yy'ın şafağında temel hedefi, eski hayaletleri diriltmeksizin, artık sadece dille sınırlı olmayan bir Almanlık yaratmaktadır.

[değiştir] 2. Dünya Savaşı (1939-1945)

Hitler sadece I. Dünya Savaşı'ndan sonra belirgin bir gelişme göstermiştir,bu dönemden önce kayda değer bir ilerleme kaydetmemiştir. Hitler'in siyasete atlmasındaki en büyük neden aslında Viyana Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim görmesi için yeterli donanımlara sahip olmamasıdır. Bu amacını yerine getiremediği içinde kendini yetiştirerek siyaset alanında boy göstermiştir. Daha sonra Hitler Münih'e geldi ve burada Weimar Devletine karşı olan milliyetçi gruplara katıldı. O zamanki adı 'alman işçi partisi' olan bu partiye katıldı ve ülkenin çeşitli yerlerinde etkili konuşmalar yaptı. Bundan sonraki adım ise partinin adını amaçlarını daha açık ifade edecek şekilde değiştirmek olacaktı ve partinin adı nasyonel sosyalist işçi partisi olarak değiştirildi. Partizanların düşüncelerinde Yahudi aleyhtarlığı oldukça açık bir şekilde görülebiliyordu. Dış politika düşüncelerinde ise asıl hedef Büyük Alman İmparatorluğunu kurmaktı.

Hitler iktidara geçebilmek için her şeyi yapabilecek kadar gözü kara bir kişiydi ve bu amacını yerine getirebilmek için şahsına ve onun düşüncelerine karşı gelebilecek her türlü gücü ortadan kaldırmaya da hazırdı.

Hitler'in konuşmalarının özünde kapitalizm ve marksist bolşevizim nedeni ile bir tutulan uluslararası Yahudilik,Weimar sistemi, ki bu sistemin Almanları köleleştirmek için Yahudiler tarafından bulunduğu iddia edilir, ve bunlara ek olarak da Versailles'da yapılan anlaşma gibi konular vardı. Bu düşüncelere göre Yahudiler 'Arı' ırkı ve aynı zamanda da kültürleri yıkmayı erekleyen insanlar olarak gösteriliyordu.

Hitler'in yönetimi ele almasından yaklaşık altı ay sonra Weimar Cumhuriyet'i tamamiyle ortadan kalmış bulunuyordu. Hitler yaptığı bu yıkıma 'Milli Devrim' adını vermişti. Ancak bu devrimin diğerlerinden bir farkı vardı,diğer devrimlerde yıkılan rejimin arkasından mutlaka yeni bir düzen gelirdi ancak Hitler'in düzeni böyle olmadı. Önceki rejimin yerine gelen düzen bir devletin demokratikliği yerine tamamen bir kişinin diktatörlüğü söz konusuydu. Üstelik egemenliğinin yegane dayanağı hem kendi ülkesinin hem de işgalci devletlerin insanlarına uyğuladığı terördü.Ancak gün geçtikçe Yahudilere yapılan haksızlıklara bir yeniss daha ekleniyordu ve yersiz yere tutuklanmalarından sonra Nürberg yasalarıyla da Almanlarla evlenmeleri yasaklanıyordu. Bu yasanın çıkarılmasındaki en büyük etken arı ırk olarak kabul edilen Alman ırkının Yahudilerle karışmasını engellemekti. Asıl olarak Hitler'in amacı bütün Yahudilerin fiziksel olarak Avrupada köklerini kurutmaktı.

Almanya SSCB'ye Saldırıyor:

Hitlerin SSCB ile 1939�da yaptığı saldırmazlık paktının asıl amacı,Almanyanın aynı hem batıda,hem doğuda savaşmak zorunda kalmasını önlemekti. 1940ta Alman orduları Fransayı göçertip İnglizleri Avrupadan sürünce Hitler, SSCBye saldırmaya karar verdi. Hızlı bir harekatla SSCB üzerinden Ortadoğuya inmeyi tasarlamıştı. SSCB'ye saldırı Napolyonun 1812deki başarısız Rusya seferinden bir gün önce 22 Haziran 1941de başladı. Finlandiya,Bulgaristan,Macaristan ve Romanya da SSCB'ye savaş açtılar. Savaş başlangıçta Almanlar için oldukça olum gelişti. Almanlar sonbaharda Leningrad kentine, aralık ayında da Moskovanın banliyölerine ulaştılar. Daha güneyde de Don Iramağı ağzındaki Rostov kentine ulaştılar,ama kış gelince Alman birlikleri yorulmuş, savaşma güçleri azalmıştı. Ardından SSCBnin karşı saldırısı başladı. Hitlerin tasarılarında bu harekatın kış gelmeden tamamlanması öngörüldüğü için,Alman askerlerinin giysileri soğuk kış günlerine uygun değildi. Büyük kayıplar verdiler ve SSCB'nin içlerinde tutunabilmelerine karşın başlangıçtaki güçlerini bir daha kazanamadılar. 1942'de Hitler, Karadenize Hazar Denizi arasında bulunan Kafkasya petrol yataklarını ele geçirmeyi hedefledi. Bir Alman ordusu ağustosta Maykop'taki petrol merkezine ulaştı. Daha kuzeydeki Stalingrad kentine yönelik saldırıları ise başarısız oldu. SSCB birlikleri kenti sonuna kadar savundu ve kış bastırınca karşı saldırıya geçtiler. 250 bin kişilik Alman ve Romanya birliklerini kuşattılar ve Şubat 1943'te bu birlikler teslim oldu. SSCBnin 2. Dünya Savaşı nın en büyük kara çarpılmasındaki başarısı Almanları,Kafkasyadan çekilmek zorunda bıraktı. 1943 yazı başlarken SSCB orduları Almanları geri sürdü ve 1944 balında Polonyaya, çok geçmeden de Romanyaya girdi. Bu savaşta SSCB büyük yıkıma uğradı ve yaklaşık 20 milyon insanını yitirerek 2. Dünya Savaşında en çok can veren ülke oldu.

Savaşın Nedenleri:

Dünya Savaşı'nın sonunda Almanya yenilmiş ve ağır koşullar içeren bir antlaşma yapmak zorunda bırakılmıştı. Almanlar 1919'da imzalanan Versay Antlaşması'nın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 1920'lerde büyük ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalan Almanya�da 1933'te Adolf Hitler önderliğindeki Naziler iktidara geldi. Hitler,bir yandan Versay Antlaşması'nın geçersiz sayılmasına çalışırken,öte yandan da silahlı kuvvetlerini yeniden toparladı.

1919'da barışı korumak ve uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti,bu görevleri yürütebilmek için gerekli olan yaptırım gücünden yoksundu. ABD bu örgütün dışında kaldı; öbür üyeler arasında da kararlara uymayan devletlere karşı zor kullanma konusunda görüş birliğine varılamadı. Bu sorun, 1931'de Japonya'nın protestolara aldırmayarak Çin'in Mançurya bölgesini ele geçirmesiyle iyice açığa çıktı. Japonya 1930'lar boyunca gücünü arttırdı. 1935'te faşist Benito Mussolini yönetimindeki İtalyanlar,Etiyopya'yı işgal ettiler. Milletler Cemiyeti bu kez de etkin önlemler alamadı.

Bu zayıflıktan yararlanan Hitler, 1936 Mart'ında Almanya�nın Ren Irmağı'nın batısında kalan topraklarına askeri birliklerini gönderdi. Oysa 1925'te Almanya ile Milletler Cemiyeti arasında yapılan antlaşmaya göre bu bölgede hiçbir devlet asker bulunduramayacaktı. Milletler Cemiyeti bu konuda da protestolar dışında yaptırım uygulamadı. Ardından İtalya ve Almanya,İspanya'daki iç savaşta cumhuriyetçi yönetime karşı faşist General Francisco Franco'nun saflarında savaşmak üzere asker gönderdi. böylece yeni silah ve uçaklarını da denediler. Yeni toprak kazanımları ve dünya egemenliği için Almanya,İtalya ve Japonya, Berlin-Roma-Tokyo Mihveri diye adlandırılan bir ittifak kurdular. Bu yüzden bu ülkeler Mihver Devleri adıyla anıldı.

1937'de Japonya,Çin'e karşı topyekun bir savaş başlattı. Bir yıl sonra Almanya,Avusturya'yı işgal etti; ardından da Çekoslovakya'da Alman asıllıların çoğunlukta olduğu Südet bölgesi üzerinde hakkı olduğunu ileri sürdü. İngiltere ve Fransa,Çekoslovakya'yı Hitler'in bu isteğine boyun eğmesinin yararlı olacağına inandırdı ve Eylül 1938'de yapılan Münih Antlaşması'yla bölge Almanya'ya bırakıldı. 6 ay sonra Hitler başkent Prag'ı bombalayacağını söyleyerek gözdağı verince Çekoslovakya Almanya'ın boyunduruğuna girdi.

Almanya'ın sonraki kurbanı 1. Dünya Savaşı'ın ardından bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulan Polonya'dı. İngiltere ve Fransa bu kez Alman saldırısına karşı Polonyalılara yardım edecekleri konusunda kesin güvence verdiler. Almanya,Polonya'ya saldırınca 2. Dünya Savaşı başlamış oldu.


[değiştir] Almanya'nın bölünmesi ve Soğuk Savaş

Yeni bir başlangıç,Almanyanın savaştan sonra 8/9 Mayıs 1945 tarihinde kayıtsız şartsız teslim olması ülke için yeni bir başlangıç oldu.Amiral Döniz başkanlığındaki son Reich hükümeti galip devletler tarafından tutuklanarak nasyonal sosyalist diktatörlüğünün yüksek mevkilerde bulunan diğer sorumlu kişileriyle birlikte barışa ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla Nünberg Mahkemsi'ne sevkedililer.Reich toprakları üzerindeki egemenlik hakkını dört galip devlet-ABD,İngiltere,Sovyetler Birliği ve Fransa-üstlenip başkenti dört kesime,reich topraklarınıda dört işgal bölgesine ayırdı.Doğu bölgeleri Polonya ve Sovyet yönetimine verildi. 1945 yazında düzenlenen Postdam Konferansı'nda dört galip devlet,Almaya'nın nazilikten militarizmden arındırılması,ekonomide merkeziyet sisteminin kaldırılması ve Almanlara demokrasi eğitimi verilmesi sorunları üzerinde anlaşmaya vardılar.Tabiki konferansa katılanların bu kavramların içeriği hakkında düşünceleri aynı değildi.Batılı galip devletler Potsdam'da ayrıca Almanya2nın doğu bölgelerinde,Macaristan ve Çekoslovakya'da yaşayan Almanların sınır dışı edilmelerini öngören bir kararı da onayladılar.Batılılar bu karara ancak "insancıl uygulama kararı" koşulu ile razı olduğu halde,uygulama öyle olmadı.Bu uygulama sonucu yaklaşık 12milyon Almandan birçoğu zorbalıkla yerinden yurdundan sürüldü.

Çok küçük bir uzlaşı sadece Almanya'yı bir ekonomik birlik olarak kabul edip orta vadede markezi yönetimler tayin edilmesi üzerine sağlandı.Ancak bu karar pratikte sonuçsuz kaldı.

SOĞUK SAVAŞ
Savaştan kısa bir süre sonra Almanya,dümnyanın başka hiçbir yerinde görülmemiş bir soğuk savaşın başladığı ülke haline geldi.Batılı toplum sistemi ile sosyalist toplum sistemi birbirinden çok farklıydı.Sovyet işgal gücü,bu sırada Moskova'dan sürgünden dönen Alman komünist Partisi yöneticilerinin yardımıyla Almanyanın doğu bölgesinde bir antifaşist-demokratik devrim hareketine girişti.bu değişim tüm önemli siyasi ve toplumsal fonksiyonları Alman komünistleri ile onların güvendikleri kimselerin elinde topluyordu.İşgal bölgeleri düzeyinde partiler ve birçokmerkezi yönetim kuruldu.Üç Batılı işgal bölgesinde politik yaşam tabandan tavana doğru gelişti.Bölgeler düzeyinde yönetim organları,ancak başlangıç safhasında bulunuyordu..yıkıntı halindeki ülkenin maddi sıkıntıları ancak bu bölgelerin sınırlarını aşan kapsamlı bir işbirliği ile giderilebilecekti.Dört Büyükler yönetimi ise işlemediği için ABD ile İngiltere 1947 yılında kendi bölgelerini ekonomik bakımdn İkili BÖlge olarak birleştrmeye karar verdi. Almanya'nın bölünmesi yolunda atılan en önemli adım,sovyet işgal bölgesinde Komünist Partisi ile Sosyal Demokrat Partisinin 1946 yılı nisan ayında zorla Sosyalist Birlik Partisi içinde birleştirilmesi ve diğer partilerin komünist yönetimi altındaki partiler bloku halinde toplanması oldu. Sovyetler 23 haziranı 24 Haziran 1948e bağlayan gece Batı bölgeleri ile Batı Berlin arasındaki tüm karayollarını ulaşıma kapadı.Kentin Doğu kesiminden ve Sovyet işgal bölgesindenyapılan enerji ve yiyecek sevkiyetı tamamen kesildi. Müttefiklerin cevabı eşi görülmemiş bir hava köprüsü kurmak oldu.1949 yılı mayıs ayına kadar Batı Berlin halkının tüm gereksinimi bu köprü vasıtasıyla sağlandı.Halkın alayla "Rosinenbomber"(kuru üzüm bombardıman uçağı) adıyla andığı uçaklar 277000 den fazla uçuşla kente 2,3 milyon ton yiyecek,ilaç,yakıt ve inşaat malzemesi taşıyarak halkın yaşamını sağladı. Hitler’in 1933 yılında iktidara gelmesinden itibaren savaşın sonuna kadar izlediği strateji, üç aşamalı bir stratejidir. Hitler, iktidara gelmesinin hemen ardından Alman ekonomisinin düzenlemesini hedef almıştır. Gerek I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasının, gerekse de 1930 yılındaki genel ekonomik buhranın sonucunda Alman ekonomisi ciddi sıkıntılar içindeydi. Yaşanan yüksek enflasyon, aşırı boyutlara varan işsizlik ve bunlara bağlı olarak sanayideki üretim-hammadde düşüklüğü, Hitler’in izlediği ekonomi politikalarıyla kısa sürede kontrol altına alınmıştır.

Ekonominin düzene sokulmasının ardından stratejisinin ilk adımında Hitler, Alman kara, deniz ve hava kuvvetlerinin, Versay anlaşmasıyla getirilen sınırlamalardan kurtulmasını sağlamıştır.

Bunun ardından gelen ikinci stratejik ve gerginlik dolu adım, Almanca konuşan nüfusun yaşamakta olduğu bölgelerin, Alman topraklarına katılmasıdır. Bu stratejik evrenin adımları, 12 Mart 1938 de, Avusturya’nın ilhak edilmesiyle başlamıştır. Ardından ikinci adım olarak Çekoslovakya toprakları içindeki Sudet bölgesidir. Hitler’in baskısıyla 29 Eylül 1938 günü imzalanan Münih Anlaşmasıyla Sudet bölgesi Almanya’ya verilmiştir. Konferans, Alman, İtalyan, İngiliz ve Fransız başbakanlarının katıldığı, Çekoslovakya’nın temsici bulundurmadığı bir anlaşmadır. Anlaşmanın hayata geçirilmesi konusunda Hitler, hiç zaman kaybetmemiştir.Anlaşma,1 Ekim 1938'de yine silah kullanılmaksızın, uluslararası anlaşmalara dayanılarak, nüfusunun yüzde elliden fazlasını Almanların oluşturduğu Sudet bölgesinin Almanlarca işgal edilmesine dayanmıştır. 15 Mart 1939'da ise Çekoslovakya’nın kalanını da topraklarına eklemeleri anlaşmada yer almıştır.

Bu olaylara kadar Hitler, stratejisinin adımlarını atarken, silahlar kullanılmamıştır.Ancak geriye tek sorunlu bölge kalmıştır:Danzig bölgesi. Versay anlaşmasıyla Polonya'ya verilen Danzig bölgesi, halen Alman yönetiminde olan Doğu Prusya ile Almanya arasındaki kara bağlantısını kestiğinden,Alman Hükümeti,Polonyahükümetinden, Doğu Prusya'yla arada bir kara bağlantısı oluşturulması yönünde bir teklifi görüşmesini istemiş ve böylece Danzig Sorunu ortaya çıkmıştır.

[değiştir] Savaş Sonrası (1945-1989)

İtalya’daki Müttefik güçler 13 Ağustos 1944’te Floransa’yı aldı. Almanlar bunun üzerine Pisa ile Rimnini arasında bir savunma hattı oluşturarak kış gelene kadar burada tutundular. Nisan 1945’te Müttefikler Po ırmağını geçti ve Alp Dağlarına doğru ilerledi. İtalya’da Almanlar 2 Mayıs’ta teslim oldular. İki gün sonra da Müttefikler Avusturya’dan güneye doğru ilerleyen ABD askerleriyle buluştu.SSCB birlikleri ise 1944 Haziranı’nda Doğu Avrupa’da bir harekat başlattı. Temmuz sonunda Varşova’nın karşısında Vistül Irmağı’nın doğu kıyısına doğru ilerlediler. Daha güneyde SSCB ordusu iki koldan ilerlemeye başladı. Biri Baltık Denizi’nin doğu kıyıları boyunca, öbürü de Tuna vadisi üzerinden Macaristan’a doğru ilerledi.Almanlar bu ilerlemeyi durduramayarak geri çekildiler.

1945 başlarında, Almanya’nın artık uzun süre savaşamayacağı ortaya çıkmıştı. Müttefik liderler, ABD başkanı Roosevelt, İngiltere başbakanı Churchill ile SSCB’nin önderi Stalin Kırım’daki Yalta kentinde toplandılar ve Almanya’nın koşulsuz olarak teslim alınmasında anlaştılar. Ayrıca savaş sonrası Avrupa’ya ilişkin planlar da yaptılar. Ocak 1945’te SSCB askerleri Oder Irmağı’nı aşarak Silezya’ya girdi. Güneyde ise Şubatta Budapeşte’ye, nisan başında da Viyana’ya girdiler ve Berlin’e doğru ilerlediler. 25 Nisanda Berlin’i kuşattılar. Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağından savunmayı yönetmekte olan Hitler savaşın yitirildiğini kavrayarak 30 Nisan’da intihar etti. Amiral Karl Dönitz’i kendi yerine atamıştı.

Dönitz’in temsilcileri Reims’e Müttefiklerle görüşmeye gitti. Batıda Müttefiklere teslim olmayı; ama doğuda SSCB ile savaşmayı sürdürmeyi istiyorlardı. Eisenhower Almanların her yerde koşulsuz teslim olmaları konusunda ısrar etti. Almanya’nın teslim olması 8- 9 Mayıs 1945’te gece yarısı gerçekleşti.

Almanya bu savasi teknolojik yetersizlikler yuzunden kaybetmedi. Almanya teknolojik olarak cok ilerdeydi, ilk jet savas ucaklarini yaptilar, İngiltereyi vurduklari uzun menzilli roketlerini de unutmamali. ustun tanklarini cok etkili bicimde kullandilar.Denizaltilari ve savas gemileri dunyanin en modern gemileriydi.Almanyanin konumu itibari ile bu savasi kazanmasi olanaksizdi, imkansiza girismisti. oncelikle sanayisi vardi ama hammaddesi yoktu. en onemli hammaddelerinden olan demir cevheri ve petrol disardan geliyordu. cok fazla bolgeyi isgal ettiginden burda uluslari baski altinda tutmasi, isyanlari engellemesi olanaksizdi.Donanmasi İngiliz ve Amerikalilara karsi koyacak kadar kalabalik degildi ve abluka altindaydi.

[değiştir] Almanya Federal Cumhuriyeti


Almanya Federal Cumhuriyeti başka bir deyişle Almanya (Almanca: Bundesrepublik Deutschland) batı Avrupa'da yer alan, dünyanın sanayi bakımından en ilerlemiş ülkelerinden biridir. almanya Kuzeyde Danimarka ile komşudur ve Kuzey Denizi ile Baltık Denizi'ne kıyısı vardır. Doğusunda Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile, güneyde Avusturya ve İsviçre ile, batıda ise Fransa, Lüksemburg, Belçika ve Hollanda ile komşudur. Almanya, Avrupa Birliği'nin kurucu üyelerindendir.

Almanya Federal Cumhuriyeti 16 eyaletten oluşur. Devlet sorumluluğu taşıyan bu eyaletlerin kısmen uzun bir geleneği vardır. Almanya her zaman çeşitli eyaletlerden oluşmuş, ancak haritası yüzyıllar boyunca sık sık değişikliğe uğramıştır.

Federe eyaletler, bugünkü şekilleriyle genel olarak 1945'ten sonra kurulmuşsa da, eski bölgesel ilişkiler ve tarihsel sınırlar kısmen dikkate alınmıştır.

Almanya 1990 yılında birleşinceye kadar 10, daha sonra Saar Bölgesi’nin 1 Ocak 1957’de tekrar ülkeye katılmasından sonra, batılı devletlerin işgal bölgelerinde kurulmuş olan 11 eyaletten oluşuyordu. Sovyet işgal bölgesinde de savaş sonrasında daha sonraki Demokratik Alman Cumhuriyeti (DDR) topraklarında 5 eyalet kuruldu. Ama bunlar 1952 yılında toplam 14 il haline getirildi. 18 Mart 1999’da yapılan ilk özgür seçimden sonra 5 federe eyaletin yeniden kurulması kararlaştırldı. Bu eyaletler genellikle 1952’den önceki şekillerini aldılar. 3 Ekim 1990’da DDR, dolayısıyla da Brandenburg, Mecklenburg-Vorpommern (Önpomeranya), Saksonya, Saksonya Anhalt ve Thüringen Eyaletleri Almanya Federal Cumhuriyeti’ne katıldı. Doğu Berlin de Batı Berlin ile birleşti.

5 Haziran 1945’te yayımlanan bir bildirgeyle birlikte Almanya’nın yönetimini ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliğinin oluşturacağı askeri yönetimlere bırakıldı.Bu ülkelerden her biri kendi işgal bölgesini özgürce yönetecek, Almanya’nın bütününü ilgilendiren konularla ise Müttefikler Kontrol Konseyi ilgilenecekti.Temmuz-Ağustos 1945’te toplanan Potsdam Konferansı’nda da Almanya’nın üç İşgal bölgesine ayrılması konusunda görüş birliğine varıldı.Sonradan Fransa’nın da işgalci güç olarak kabul edilmesiyle işgal bölgelerinin sayısı dörde çıkarıldı.Bir süre sonra işgal bölgelerinde eski siyasal partiler yeniden kurulmaya ve eyalet yönetimleri oluşturulmaya başladı.Müttefiklerin ilkesel olarak Almanya’nın bütünlüğünü korumaya kararlı olmalarına karşın bir süre sonra batılı işgal güçleriyle Sovyetler Birliği arasında görüş ayrılıkları çıktı.Anlaşmazlık yaratan konuların başında Almanya’nın savaş tazminatlarını nasıl ödeyeceği ve yeni ekonomik yapılanmasını nasıl gerçekleştireceği geliyordu.İngiltere,ABD ve Fransa 1948’de kendi işgal bölgelerini tek bir ekonomik birim halinde birleştirdiler.Aynı yıl Berlin’deki işgal bölgelerini de birleştirerek, Batı Berlin adıyla anılan Berlin eyaletini oluşturdular.Bütün bu gelişmelere büyük tepki gösteren Sovyetler Birliği,20 Haziran 1948’de batı bölgelerinde bir para reformunun uygulanmaya konması üzerine Batı Berlin’i abluka altına aldı.Batılılar da Sovyet bölgesine karşı ambargo uyguladılar.Batı Berlin’ e gerekli malzemeyi sağlayacak bir hava koridoru oluşturdular.Sovyet Birliği bu gelişmeler karşısında Mayıs 1949’ da ambargo uygulamasına son vermek zorunda kaldı. Alman Federal Cumhuriyetinin Temel Yasası 8 Mayıs 1949’da Parlamento Konsey’inde kabul edildi.Dört gün sonra da 12. eyalet olarak önerilen Berlin’in dışarıda bırakılması koşuluyla Batılı işgal devletlerinin askeri valileri tarafından onaylandı.O tarihteki 11 eyalet Schleswig-Holstein, Hamburg,Bremen, Aşağı Saksonya,Kuzey Ren-Vestfalya,Rheinland-Pfalz,Hessen , Bavyera Baden,Württemberg-Baden, ve Württemberg-Hohenzollern’di.Bu eyaletlerden son üçü 1952’de birleşerek Baden-Württemberg adını aldı.1957’de de Saarland 10.eyalet oldu. Eylül 1949’da İşgal Tüzüğü’nün yürürlüğe girmesiyle,Müttefiklerin askeri hükümetlerinin yerini,gene bu üç ülkenin oluşturduğu Müttefikler Yüksek Komisyonu aldı.Kasımda imzalanan Petersburg Antlaşmasıyla sanayitesislerinin sökülmesi konusundaki hükümler yumuşatıldı ve AFC’nin bir ticaret filosu oluşturmasına izin verildi.Ruhr İdaresi’nin ve Avrupa Konseyi’nin doğrudan üyesi olan AFC yabancı ülkelerle ticari ve diplomatik ilişkiler kurabilecekti. İlk genel seçimler 14 Ağustos 1949’ da yapıldı.Seçimlerde en çok oyu Konrad Adenauer’ın başkanlığındaki Hristiyan Demokratik Birlik(CDU) ile Hristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) oluşturduğu CDU-CSU koalisyonu aldı.CDU-CSU koalisyonunun FDP ve Alman Partisi’yle yağtığı ittifak sonucu Adenauer başbakan oldu. 1951’de başbakanlığın yanı sıra dışişleri bakanlığını da üstlenen Adenauer,bu göreve başkalarının getirilmesinden sonra da dış politikada belirleyici olmayı sürdürdü.ADenauer iki Almanya’nın birleştirilmesini amaçlıyor ama bunun Müttefiklere bırakılması gerektiğine inanıyordu.Ayrıca ABD’nin önderliğinde bir Avrupa ittifakı oluşturulmasını ve Batı Avrupa’da federasyona benzer bir örgütlenmeye gidilmesini savunuyordu. Adenauer 1953 seçimlerinde üçte iki çoğunluğu sağladıktan sonra,ülkenin yeniden silahlanması için gerekli olan anayasa değişikliğini yapabildi.AFC Mayıs 1955’te egemen bir devlet oldu ve aynı yıl kendi ordusunu kurarak NATO’ ya girdi.Avrupa’nın bütünleşmesi için sürdürülen bütün çalışmalara katılan Adenauer,1957’ de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulmasıyla sonuçlanan Roma Antlaşması’nın imzalanmasında önemli rol oynadı.bu dönemde Afrika ve Asya ‘nın bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerine ekonomik yardımda bulunan AFC, Yahudilerin Nazi yönetimi sırasında karşı karşıya kaldığı baskılar nedeniyle İsrail’e de 3 milyar Alman Markı’nı aşan tazminat ödedi. Adenauer’in iç politikada karşılaştığı ilk önemli sorun Polonya’dan Balkanlar’dan ve Doğu Almanya’dan gelen milyonlarca mültecinin yerleştirilmesi oldu. Kasım 1957’ de Bad Godesberg programının kabul edilmesiyle SPD’nin politikasında önemli değişiklikler oldu.Marksizmden tümüyle uzaklaşan parti başbakan adayı olarak Batı Berlin belediye başkanı Willy Brandt’ı benimsedi. Ekim 1963’ te istifa eden Adenauer’ın yerine Alman ekonomik mucizesinin mimarı olarak tanınan Ludwig Erhard geçti.Erhard,Adenauer’ınkine benzer bir koalisyon hükümeti kurarak başbakan yardımcılığına Mende’yi getirdi.Temmuz 1964’te de Lübke yeniden cumhurbaşkanı seçildi.Erhard’ın başbakanlık dönemi NATO ve AET içindeki anlaşmazlıkları çözme çabaları ile geçti.Koalisyon partilerinin 1965 seçimlerindeki başarısı Erhardı’ın kişisel zaferi olarak nitelendirildi.Çok geçmeden Erhard hükümeti ekonmik sorunlarla karşı karşıya kaldı.Ekonomik bunalımın iki önemli sonucu oldu: Koalisyon ortağı FDP Ekim 1966’da hükümetten çekildi ve Yeni Nazilerin kurduğu Almanya Ulusal Demokratik Partisi(NDP) güçlenmeye başladı. 21 ekim 1969’ da ülkesinin ilk Sosyal Demokrat başbakanı olarak göreve gelen Willy Brandt Hür Demokratların desteğiyle bir koalisyon hükümeti kurdu.Brand’ın en büyük başarısı Ostpolitik(Doğu Politikası) olarak bilinen politikayı yürürlüğe koymak oldu.Brandt 1972 seçimlerinden sonra başbakanlık görevinin sürdürdü.Ama yardımcılarından birinin casuslukla suçlanması üzerine Mayıs 1974’ te başbakanlıktan istifa etti. Brandt’ın yerine geçen Helmut Schmidt, 16 Mayıs 1974’te,petrol fiyatlarındaki yükselmesinin dünya çapında bir ekonomik durgunluğa yol açtığı bir dönemde göreve başladı.Aynı yıl görev süresi sona eren Cumhurbaşkanı Heinemann’ın yerine Walter Scheel geçti.1976 ve 1980 seçimlerinden sonra da işbaşında kalan Schmidt, ekonomik durgunluğun üstesinden gelebilmek için cesurca önlemler aldı.Dış politika ‘da NATO’ya tam destek sağladı.Doğu’yla olan ilişkilerin yumuşatılmasını öngören politikayı sürdürdü. Kohl’un başbakanlığındaki CDU-CSU-FDP koalisyonu 1983 seçimlerini kolaylıkla kazandı.Kohl başbakanlığı sırasında ülkenin Batı ile olan ilişkilerini güçlendirmeye ve piyasa ekonomisini yerleştirmeye çalıştı.1987’deki seçimlerde koalisyon partileri oy yitirdiyse de Kohl hükümeti işbaşında kaldı.Doğu ve Batı Almanya arasındaki ilişkileri yumuşatmayı amaçlayan Ostpolitik bu dönemde de sürdürüldü.ADC Devlet Konseyi başkanı Erich Honecker Eylül 1987’ de AFC’ yi ziyaret etti.Ama bu ziyaret sırasında yapılan görüşmelerden önemli bir sonuç alınamadı.

[değiştir] 1949–1990:Almanya’nın iki devletliliği

1945’ten sonra demokrasi için ikinci bir şansı, Almanya’nın yalnızca bir bölümü elde etti: Batısı. Serbest seçilen Amerikan, İngiliz ve Fransız işgal bölgelerinin eyalet parlamentoları temsilcileri 1948/49’da Bonn’da parlamentolar konseyinde, 1919 İmparatorluk Anayasası’nın yapısal hatalarından ve Weimar Cumhuriyeti’nin başarısızlığından sistematik sonuçlar çıkaran bir anayasa üzerinde çalıştılar: Almanya Federal Cumhuriyeti için Temel Yasa. İkinci Alman demokrasisi güçlü, yalnızca bir yapısal güvensizlik oylaması sonucu yani, bir halefin seçimi halinde düşürülebilen bir Federal Şansölye ile düşük yetkili bir Federal Cumhurbaşkanı olan, işleyen bir parlamenter demokrasi olmalıydı. Weimar’dan farklı olarak, halk tarafından alternatif bir yasama ön görülmemişti. Demokrasinin açık karşıtlarına Temel Yasa, temel hakların kaybedilmesine ve anayasaya karşı partilerin Federal Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanmasına kadar varacak bir mücadeleyi ihtiyaten duyuruyordu. Devletin temelleri, anayasa değiştirici bir çoğunluk da olsa, dokunulamayacak şekilde tesbit edilmişti; yani, 1933’teki gibi demokrasinin “yasal olarak” bertaraf edilmesi olanaksızdı. Almanya’nın batısı Almanya’nın en yeni geçmişinden “anti totaliter” öğretileri benimserken, Sovyet işgal bölgesi ve sonrasında Demokratik Alman Cumhuriyeti DDR olan doğu bölgesi “anti faşist” çıkarsamalarla yetinmek zorundaydı. Bu çıkarsamalar Marksist-Leninist vurgulu bir parti diktatörlüğünün meşrulaştırılmasına hizmet ediyordu. Nasyonal sosyalist hakimiyetin temellerinden kopuşun, özellikle sınıf politikası yoluyla, büyük toprak sahiplerine ve sanayicilere kamulaştırma uygulayarak tamamlanması amaçlanıyordu. Bir zamanların nasyonal sosyalizm “taraftarları” bu şekilde, “sosyalizmin inşasında” kendilerini gösterebildiler. “Nazisizleştirme” hareketi tamamlandıktan sonra yönetici konumlara gelen Nasyonal Sosyalist Parti NSDAP’nin eski “parti yoldaşları” DDR’de de vardı. Ama sayıları daha düşüktü ve karıştıkları olaylar Federal Almanya’da olanlardan daha az çarpıcıydı. 20. yüzyılın en uzun ekonomik patlama dönemi olan, ellili ve altmışlı yılların “ekonomi mucizesi” olmasaydı, geriye doğru bir bakışla “Federal Almanya’nın başarı hikayesinden” herhalde hiç konuşamayacaktık. Yüksek konjonktür ve edinilen başarı, ilk Federal Ekonomi Bakanı Ludwig Erhard tarafından uygulanan sosyal pazar ekonomisine meşruiyet sağladı. Bu yüksek konjonktür, Alman İmparatorluğu’nun eski doğu bölgesinden, Südetya bölgesinden ve Doğuorta ve Güneydoğu Avrupa’nın diğer kısımlarından gelen, yurdundan sürülmüş yaklaşık sekiz milyon kişinin hızla intibak etmesini sağladı. Yine, sınıfsal ve dinsel çelişkilerin törpülenmesinde, radikal partilerin çekim gücünün sınırlı kalmasında ve büyük demokratik partilerin, önce Hıristiyan Demokrat (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU), sonra Sosyal Demokrat (SPD)’nin kitle partileri olmasında çok önemli katkı sağladı. Ekonomik zenginliğin, tabii ki politik ve ahlaki olarak bir arka yüzü de vardı: Pek çok Alman vatandaşına, 1933’ten 1945’e kadarki yıllarda kendilerinin ne tür bir rol oynadıklarına dair bir sorgulamayı, ne kendilerinin ne de başkalarının yapmasına izin vermeme rahatlığını sağladı. Filozof Hermann Lübbe, bu en yeni geçmişe karşı tutumu “iletişimsel suskunluk” olarak isimlendiriyor (ve Batı Alman Demokrasisi’nin yerine oturabilmesi için gerekli olarak değerlendiriyor). Weimar Cumhuriyeti’nde, sağ ulusalcı ve sol uluslararasıydı. Federal Almanya’da bu durum başkaydı: İlk Federal Şansölye Konrad Adenauer başkanlığı altındaki ortanın sağı güçleri, Batı’ya bağlanma ve Batı Avrupa’nın uluslarüstü entegrasyonu politikasını güdüyorlardı. Ölçülü sol sosyal demokrasi, savaş sonrası ilk Başkanları Kurt Schumacher ve onun halefi Erich Ollenhauer yönetimi altında, yeniden birleşmeye Batı’ya entegrasyondan önce üstünlük tanıdıkları vurgulu, ulusal bir profil çiziyorlardı. SPD, 1955 yılında Batı Almanya’nın NATO’ya girmesini sağlamış olan Batı anlaşmaları zeminini ancak 1960 yılında özümsedi. Sosyal demokratlar, Federal Almanya’da iktidar sorumluluğunu almak istiyorlarsa bu adım atmak zorundaydılar. Yalnızca Batı anlaşmaları zemininde, 1966 yılında büyük koalisyon hükümetine genç partner olarak irebilir ve üç yıl sonraki, ilk sosyal demokrat Federal Şansölye Willy Brandt yönetimi altında geliştirilen “yeni Doğu politikası” na başlayabilirlerdi. Bu politika Federal Almanya’ya Batı ve Doğu arasındaki yumuşamada kendi payına düşen katkıyı yapmasına; Oder-Neiße sınırını (hukuki belli sınırlamalarla da olsa) tanıma yoluyla Polonya ile ilişkileri yeni bir temele oturtmaya ve DDR ile anlaşmayla düzenlenmiş resmi ilişkilerin kurulmasına izin veriyordu. 1971’de Berlin üzerine yapılan, aslında sadece Batı Berlin ve onun Federal Almanya’ya ilişkisini ilgilendiren Dört-Güç-Anlaşması da, iki Alman devletinden büyüğünün Batı’ya kesin entegrasyonu olmadan, olanaksız olurdu. Sosyal-liberal Brandt-Scheel hükümetinin Doğu anlaşmaları (1970–1973) herşeyden önce şuydu: 13 Ağustos 1961’de yapılan Berlin Duvarı yoluyla Alman bölünmesinin kesinleştirilmesine bir yanıt. Yeniden birleşme gittikçe daha uzağa kaydıkça Federal Almanya yerine göre, bölünmenin sonuçlarını katlanabilir hale getirmek ve bu yolla ulusun birliğini garanti altına almak zorundaydı. Alman birliğini yeniden sağlamak Almanya Federal Devleti’nin resmi bir hedefi olarak kaldı. Ama bir gün yeniden bir Alman ulusal devleti olacağı beklentisi, Doğu anlaşmaları yapıldıktan sonra – genç Batı Almanlar arasında, yaşlılara oranla çok daha kuvvetli bir şekilde – sürekli geriledi. Ama seksenli yıllarda savaş sonrası düzeni yavaş yavaş sallanmaya başladı. Doğu bloku krizi 1980 yılında, Polonya’da bağımsız sendika “Solidarnosc” un kurulması ile başlayarak 1981 sonunda olağanüstü hal hükümlerinin ilanıyla devam etti. Ondan ancak üçbuçuk yıl sonra, Mart 1985’te Sovyetler Birliği’nde Michail Gorbaçov iktidara geldi. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin yeni genel sekreteri Ocak 1987’de, vardığı adeta devrimci görüşü dile getirdi: “Demokrasiye, soluduğumuz hava gibi ihtiyacımız var.” Bu mesaj Polonya’da, Macaristan’da, Çekoslavakya’da ve DDR’de vatandaş hakları savunucularını coşturdu. 1989 sonbaharında Doğu Almanya Devleti’nde gösterilerin baskısı o kadar kuvvetliydiki, komünist rejimi, belki henüz Sovyetler Birliği’nin müdahalesiyle kurtarmak sözkonusu olabilirdi. Ama Gorbaçov buna yanaşmıyordu. Sonuç olarak, Doğu Berlin parti yönetimi DDR’deki barışcıl devrime teslim oldu: 9 Kasım 1989’da – iki yüzyıl önce, 1789’da Paris’teki Bastil’in olduğu gibi; özgürlüksüzlüğün sembolü Berlin Duvarı yıkıldı.

[değiştir] Demokratik Alman Cumhuriyeti

Demokratik Alman Cumhuriyeti (Almanca: Deutsche Demokratische Republik) İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin denetimi altında ülkenin doğusunda kurulan sosyalist cumhuriyettir. Doğu Almanya olarak da bilinen Demokratik Almanya Cumhuriyeti 1952 yılında Almanya'nın yeniden birlermesini öneren Stalin Notası'nın ABD tarafından reddedilmesinden sonra 1954 yılında tam egemenliğini ilan etmiştir. Doğu Almanya Varşova Paktına üye ülkelerdendi. Hatta Çekoslovakya'yı işgal eden 5 devletten biri idi.

18 mart 1990 yılında yapılan seçimlerde Sosyalist Birlik Partisi'nin parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmesi sonucu Fedaral Alman Cumhuriyeti ile birleşme kaçınılmaz olmuştur.3 Ekim 1990'da Doğu Almanya Parlamentosu Federal Alman Cumhuriyeti'nin yasalarını kabul ederek birleşmeye gitmiştir. İki cumhuriyetin tekrar birleşmesiyle 1990 yılında Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC)'ın yakalşık 40yıllık varlığı sona ermiştir.

[değiştir] Yeniden Birleşme (1990)

Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin siyasi varlığını sona erdirerek II. Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünmüş Almanya'nın Federal Almanya Cumhuriyeti çatısı altında birleşmesi, "Birleşme Antlaşması"nın imzalanarak yürürlüğe girdiği 3 Ekim 1990 tarihinde gerçekleşmiştir.

Zora başvurmayan yumuşak devrim devlet organlarını felce uğratıyordu. Bu sırada Berlin SED Polit Büro üyesi Günter Schabowski tarafından verilen yeni liberal seyahat yasası ile ilgili haber dolayısıyla 9 Kasım 1989 akşamı Berlin'de sınırların açılması mümkün oldu. Bu haber ülkede tahmin edilemeyecek kadar büyük bir bayram havası estirdi, sınır boyundaki sokaklarda ve Batı-Berlin'in Kurfürstendamm Caddesi'nde coşku içinde kutlandı. Artık duvar yıkılmıştı. Berlin Belediye Başkanı Walter Momper o günlerde tüm Almanların hissiyatını "Biz Almanlar şimdi dünyanın en mutlu milletiyiz" cümlesiyle ifade ediyordu. Demokratik Alman Cumhuriyeti'ndeki barışcı devrim, Almanya'nın, uzun yıllardan beri amaçlanan, fakat çok kimsenin artık gerçekleşeceğine inanmadığı tekrar birleşmesine olanak sağlıyordu. Bu nedenle Federal Başbakan Hermuth Kohl, 28 Kasım 1989'da bir On Madde Programı yayınladı. Bu program, siyasi ve ekonomik sistemin temelden değişimi şartıyla güncel ekonomi yardımı ve konfederatif yapıları bulunan bir federal devlet anayasasıyla tekrar birleşen bir Almanya yolunu çiziyordu. Muhalefet bu öneriyi kabul etti. Ancak DDR'de gösterilere katılan halk için bu perspektif hiç de cazip değildi. Sokaklardaki "Biz,halkız" sloganları çoktan "Biz, bir halkız" şekline dönüşmüştü. 15 Ocak 1990'da Leipzig'de 150.000 kişi Almanya birleşmiş vatan parolasıyla gösteri yapıyordu. Halk Hans Modrow yönetimindeki yeni hükümete güvenmiyordu. Batı'nın etkisi giderek artıyordu. Genel istikrardaki bozulma hızlandı.

[değiştir] DDR'de özgür Seçimler

18 Mart 1990 tarihinde DDR'de 40 yıl süren bir aradan sonra ilk kez olarak özgür seçimler yapıldı. CDU ve Demokratik Hareket (DA) partileri oyların yüzde 41,7'sini aldılar. SPD'ye oyların yüzde 29,9'u, Alman Sosyal Birliği'ne 6,3'ü, Liberaller'e 5,9'u ve adı değiştirilip Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) yapılan o zamana kadarki herşeye kadir SED partisi'ne ise yüzde 16,4' isabet etti. Bu sonuç, tekrar birleşmenin hızlandırılması istemine işaret ediyordu. CDU, DSU, DA, SPD ve FDP'den oluşan bir büyük koalisyonun başına başbakan olarak Lothar de Maiziere geçti. Kohl Hükümeti bu koalisyon ile, 1 Temmuz 1990'da bir ekonomik, parasal ve sosyal birliğin kurulması için gerekli planı kararlaştırdı. Çünkü DDR'nin devlet olarak varlığını sürdürebilmesi için gerekli ekonomik temelin artık mevcut olmadığı açıkça görülüyordu. Nitekim Ağustos 1990'da Halk Meclisi DDR'nin en kısa zamanda Almanya Federal Cumhuriyeti'ne katılması kararlaştırıldı.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile yumuşayan uluslararası ortamda Soğuk Savaş'ın simgesi olan Almanya'nın bölünmüşlüğünün de sona ermesi yönünde sesler sınırın her iki tarafında da yükselmeye başladı. Özellikle Doğu Alman kentlerinde yoğun sokak gösterileri oldu. Kamuoyu baskısına dayanamayan Demokratik Alman hükümeti birleşme için Federal Almanya ile görüşmelere başlamayı kabul etti. İki Alman devleti arasında ilk olarak 18 Mayıs 1990'da "Birinci Devlet Anlaşması" imzalandı. Bu anlaşma ekonomik, parasal ve sosyal birliği içeriyordu, Federal Alman Markı Doğu'da da geçerli para birimi oluyor ve Demokratik Almanya pazar ekonomisine geçişi sağlayan yasalarını hazırlamayı kabul ediyordu. 31 Ağustos tarihli Birleşme Antlaşması, yeni kurulan Brandenburg, Mecklenburg-Vorprommern, Saksonya, Saksonya-Anhalt ve Thüringen eyaletlerinin Almanya Federal Cumhuriyeti'nin eyaletleri olması öngörüyordu. 12 Eylül 1990'da Almanya Federal Cumhuriyeti, DDR, ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa Dışişleri Bakanları Moskova'da İki-artı-Dört-Antlaşması adıyla anılan Almanya ile ilgili Son Düzenlemeler Hakkındaki Antlaşmayı imzaladılar. 2/3 Ekim'de AGIK Dışişleri Bakanları New York'ta bu Antlaşmadan duydukları memnuniyeti bir komünike ile açıkladılar. Böylece DDR'in varlığı 3 Ekim 1990 günü sona erdi. Almanya'nın devlet birliği de yeniden kurulmuş oldu.

[değiştir] Berlin Cumhuriyeti

Almanya'nın tekrar birleşmesinden sonra Alman Federal Meclisi 20 Haziran 1991 tarihinde 320'ye karşı 337 oyla parlamento ve hükümet merkezin Bonn'dan Berlin'e taşınmasını kararlaştırdı. 31 Ocak 1994'te Federal Cumhurbaşkanı von Weizsaecker ilk resmi makamı olarak Berlin'i seçti. 1996 yılında Federal Konsey de Berlin'e taşınmaya karar verdi. Hükümet, Federal Meclis ve Federal Konsey için öngörülen yeni binaların yapımı, eski inaların da onarımdan sonra taşınma işi 1999 yazında gerçekleşti. Altı bakanlık Bonn'da kaldı. Bonn'a ayrıca birçok federal daire yerleştirildi. 2 Mayıs 2001'de Federal Başbakan'a, Spreebogen'da Reichstag'ın tam karşısına inşa edilen yeni Başbakanlık binasının anahtarı teslim edildi. Hükümet ve parlamentonun taşınması ile Alman başkentinin gelişmesi büyük hız kazandı.

İlk Alman ulus devleti ile İkinci Alman ulus devleti arasında doğal olarak farklılıklar bulunmaktaydı, ama süreci takip ettiklerinden birbirinden tamamen bağımsız yapılar olarak düşünülemezdi. Bir çok açıdan Almanya'nın geçmişinden gelen köklü kültürü yeni birleşmiş Almanya'ya şeklini verecekti. İmparatorluk meclisinde geliştirilmiş olan genel, eşit seçim hakkı ve parlamenter kültür; birleşmiş Almanya'ya yansımıştır. Almanya'daki bu gelişmeler Avrupa'daki sorunların yerinde saymasını sağlamadı. Almanya sorununu çözdü ama Avrupa değişen ideolojik çalkantılarla kalabalık bir aileyi içine aldı. Bu aile Batı kültüründen gelmiş ama Doğu Avrupa ülkeleridir. Bunların hepsi eski Batı’ya ait, hukuk geleneğiyle, sınıfsal güçlerin erken ayrımıyla yoğrulmuş, lakin bununla birlikte dinsel ve ulusal düşmanlığın sonuçlarının deneyimleriyle de yoğrulmuş olan devletlerdir. Avrupa’nın bütünleşmesi için zamana ihtiyaç var. Bu durum sadece Avrupa’da birleşmenin derinleşmesi birliğin genişlemesinin adımlarına uyarsa olabilir. Derinleşme, devletin yeniliklerinden oldukça fazlasını talep ediyor; Avrupa tarihi ve oluşan sonuçlarla birlikte düşünmeyi gerektiriyor, en önemlisi; ilk olarak insan hakları başta gelerekten, batı kültürünün bir genel yükümlülük kapsadığı bilincidir. Bunlar Avrupa ve Amerika’nın birlikte öne çıkardıkları, kendilerini bunlara göre tanımladıkları ve her zaman bunlara göre ölçmek zorunda oldukları değerlerdir.

[değiştir] Bugünkü Almanya (1990'dan beri)

1989 yazından itibaren DDR, giderek daha hızlı dönen bir girdaba tutuldu. Macaristan ülkeyi terketmek isteyen DDR vatandaşlarına sınırlarını açınca binlerce DDR vatandaşı Avusturya üzerinden Almanya Federal Cumhuriyetine ulaştı.Varşova Paktı disiplininde açılan bu gedik,DDRde daha çok insanı protesto eylemine cesaretlendirdi.Bunlar,önce mütevazı bir başlangıçtan sonra,yetmişli yılların sonundan itibaren çoğunlukla koruyucu mekan olarak kiliselerde toplanıyorlardı.DDR yönetim ekim 1989'un başlarında büyük bir propaganda programıyla devletin 40. kuruluş yıldönümünü kutlarken özellikle Leipzig'de ilk kitle gösterileri başladı.Gösteriler "biz,halkız"sloganını taşıyordu.Bu kez 1953 yılında Macaristan'da,1968 yılında Prag'da ve 1980'de Polonya'daki ayaklanmalarda yaşanan reaksiyon olmadı.Sovyetlerin bu kez ayaklanmayı zorla bastırmak niyetinde olmadığı çok çabuk anlaşıldı. Bu durum eski DDR yöneticileri üzerindeki baskıyı daha da artırdı.Ancak ne Honcker'in devlet ve parti başkanlığından çekilmesi ne de halefi Egon Krenz'in değişim vaatleri çözülmeyi durdurabildi.Bakanlar Konseyi ve Polit Büro hep birlikte istifa etti. 1989’da duvarın açılmasından sonra, Almanya’nın yeniden birleşmesine kadar onbir ay daha geçti. Bu, her iki Almanya devletindeki Almanlar’ın isteğini yansıtıyordu. 18 Mart 1990’da ilk (ve son) serbest halk konseyi seçiminde Doğu Almanlar, DDR’in Federal Almanya’ya hızla katılmasını talep eden partileri büyük bir çoğunlukla seçtiler. Bu durum 1990 yazında, daha önce Alman-Alman para biriminde olduğu gibi, her iki Alman devleti arasında müzakereler sonucunda varılan bir anlaşmayla yapıldı. Buna paralel olarak Federal Almanya ve DDR, Berlin ve Almanya için sorumluluğu bir bütün olarak taşıyan dört güçle yani, Amerika, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa ile, Alman birliğinin dış ve güvenlik politikaları ile ilgili koşulları üzerine iki-artı-dört-anlaşması ile uzlaştılar.

Alman sorunsalı 1990’da, eski talepler “birlik ve özgürlük” bağlamında çözüldü. Bu, sadece tüm komşuların rızası ile özülebilirdi; yani, bunun da anlamı şuydu: Sadece, aynı zamanda diğer bir yüzyıl sorununun çözümü ile; Polonya sorunsalı ile. Polonya’nın batı sınırının Oder ve Neiße’de en son, uluslararası hukukla bağlantılı olarak tanınması, Almanya’nın 1945 sınırları içinde yeniden birleşmesinin bir önkoşuluydu. Yeniden birleşmiş Almanya kendi öz tanımına göre, 1976’da siyaset bilimci Karl Dietrich Bracher’in “eski” Federal Almanya’yı isimlendirdiği gibi, “ulusal devletler içinde ulus sonrası demokrasi” değildir. Diğerleri içinde, uluslar üstü devletler birliği olan ve ulusal egemenliğin belli bölümlerinin diğer üye devletlerle birlikte uygulandığı Avrupa Birliği (AB)’ye tamamen bağlı, klasik sonrası demokratik bir ulus devlettir. İlk Alman ulus devletinden ikinciyi pek çok şey, çünkü Bismarck imparatorluğunu bir askeri ve otoriter devlet yapan herşey ayırıyor. Ama ilk ve ikinci ulus devletler arasında süreklilikler de var.

Hukuk ve anayasa devleti olarak, federal ve sosyal devlet olarak yeniden birleşmiş Almanya, 19. yüzyıla kadar uzanan bir geleneğe sahip. Aynı şey, daha İmparatorluk’un meclisinde geliştirilmiş olan genel, eşit seçim hakkı ve parlamenter kültür için de geçerlidir. Gözden kaçmayacak olan bir şey de mekansal süreklilik: Yeniden birleşmiş Almanya’nın kuruluş belgesi olan iki-artı-dört-anlaşması, küçük Almanya çözümünü yani, Almanya ve Avusturya’nın ayrı devletler olmasını yeniden tescil etti. Alman sorunsalı 1990’dan beri çözüldü, ama Avrupa sorunsalı önceden olduğu gibi, açık. AB, 1 Mayıs 2004’ten beri, 1989/91’deki çağ değişimine kadar komünizmle yönetilmiş olan sekiz Doğuorta Avrupa devletini kapsıyor. Bunların hepsi eski Batı’ya ait, oldukça ortak bir hukuk geleneğiyle yoğrulmuş, ruhani ile dünyevi ve prenslik ile sınıfsal güçlerin erken ayrımıyla, ama aynı zamanda dinsel ve ulusal düşmanlığın ve ırksal nefretin ölümcül sonuçlarının deneyimleriyle yoğrulmuş olan devletlerdir.

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları :

VikiKitap'ta Alman kültür tarihi ile ilgili kılavuz veya ders kitapları bulunmaktadır.


[değiştir] Kaynaklar

  • Deutscher Bundestag. (Ed.) (1988). Fragen an die deutsche Geschichte: Ideen, Kräfte, Entscheidungen von 1800 bis zur Gegenwart. Katalog. Bonn: Deutscher Bundestag, Referat Öffentlichkeitsarbeit.
  • Friedell, E. (2005). Kulturgeschichte der Neuzeit. 2 cilt. München: Beck. ISBN 3-423-30061-2
  • Gössmann, W. (1996). Deutsche Kulturgeschichte im Grundriss. Ismaning: Max Hueber Verlag. ISBN 3-19-001078-1
  • Parry, Ch. (1993). Menschen, Werke, Epochen. Ismaning: Max Hueber Verlag. ISBN 3-19-001498-1
  • Pollmann, B. (Ed.) (1984). Lesebuch zur deutschen Geschichte. 3 cilt. Dortmund: Chronik Verlag.
  • Raff, D. (1985). Deutsche Geschichte. Vom alten reich zur Zweiten Republik. Ismaning: Hueber. ISBN 3-19-001408-6
  • Salihoğlu, H. (1993). Alman Kültür Tarihi. Ankara: İmge Kitabevi. ISBN 975-533-069-0
  • Schulze, H. (2000). Kleine Deutsche Geschichte. München: dtv. ISBN 3-406-40999-7
  • Schulz, K. (1965). Aus deutscher Vergangenheit. München: Max Hueber Verlag.
  • Schulz, K. (1972). Deutsche Geschichte und Kultur. Bilder aus 2000 Jahren. Ismaning: Max Hueber Verlag. ISBN 3-7845-4530-0

[değiştir] Bakınız

Diğer diller


aa - ab - af - ak - als - am - an - ang - ar - arc - as - ast - av - ay - az - ba - bar - bat_smg - bcl - be - be_x_old - bg - bh - bi - bm - bn - bo - bpy - br - bs - bug - bxr - ca - cbk_zam - cdo - ce - ceb - ch - cho - chr - chy - co - cr - crh - cs - csb - cu - cv - cy - da - de - diq - dsb - dv - dz - ee - el - eml - en - eo - es - et - eu - ext - fa - ff - fi - fiu_vro - fj - fo - fr - frp - fur - fy - ga - gan - gd - gl - glk - gn - got - gu - gv - ha - hak - haw - he - hi - hif - ho - hr - hsb - ht - hu - hy - hz - ia - id - ie - ig - ii - ik - ilo - io - is - it - iu - ja - jbo - jv - ka - kaa - kab - kg - ki - kj - kk - kl - km - kn - ko - kr - ks - ksh - ku - kv - kw - ky - la - lad - lb - lbe - lg - li - lij - lmo - ln - lo - lt - lv - map_bms - mdf - mg - mh - mi - mk - ml - mn - mo - mr - mt - mus - my - myv - mzn - na - nah - nap - nds - nds_nl - ne - new - ng - nl - nn - no - nov - nrm - nv - ny - oc - om - or - os - pa - pag - pam - pap - pdc - pi - pih - pl - pms - ps - pt - qu - quality - rm - rmy - rn - ro - roa_rup - roa_tara - ru - rw - sa - sah - sc - scn - sco - sd - se - sg - sh - si - simple - sk - sl - sm - sn - so - sr - srn - ss - st - stq - su - sv - sw - szl - ta - te - tet - tg - th - ti - tk - tl - tlh - tn - to - tpi - tr - ts - tt - tum - tw - ty - udm - ug - uk - ur - uz - ve - vec - vi - vls - vo - wa - war - wo - wuu - xal - xh - yi - yo - za - zea - zh - zh_classical - zh_min_nan - zh_yue - zu -