Hasan Çelebi
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Bu madde, Vikipedi standartlarına uygun değildir ve bu nedenle düzenlenmesi gerekmektedir. Maddeyi Vikipedi standartlarına uygun biçimde düzenleyip, geliştirerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz. Bu madde Mart 2007 tarihinden beri, düzenleme isteğiyle etiketlidir. |
17.yüzyılda yaşamış, VI. Murat’ın sarayında dört yıl görev yaptıktan sonra asıl isteği olan seyyahlığı (gezginciliği) tercih etmiş ve o günden sonra dünyanın bir çok yerini dolaşmış olan ünlü bir seyyahtır. İstanbul, Bursa, tüm Anadolu, Rumeli, Kırım, Viyana, Girit, Hazar Denizi, Volga dağları, Mısır, Sudan, Arabistan, Hollanda, Danimarka, İspanya’yı dolaşıp hepsini yazmış ve bir kültür hazinesi olarak “Seyahatname” isimli eserini yazmış olan gezginimiz
1937 yılında Erzurum'un Oltu ilçesinin İnci köyünde dünyaya geldi. Babası Tahsin Efendi, annesi Sakine hanımdır. Çelebi'nin doğduğu yıllarda genç bir cumhuriyet olan Türkiye savaşın yaralarını sarmakta, yeni yeni yapılanmaya çalışmaktadır. İnsanlar fakr-ü zaruret içindedir. Haliyle, Çelebi'nin çocukluğunu da yokluk ve sıkıntı içinde geçer. Çelebi, okul çağına geldiğinde ise II. Dünya Savaşı başlar ve Türkiye yeni bir buhranla karşı karşıya kalır. İşin ve aşın zor bulunduğu, çalışanın emeğinin karşılığını alamadığı bir döneme girilmiştir. Anadolu'nun bir çok yerinde olduğu gibi İnci köyünde de okul ve öğretmen yoktur. İlim ve irfan sahibi bir şahsiyet olan Yusuf Altaş, o dönemde yayımlanan Köroğlu ve Köylü gazetelerini muntazaman köye getirip halk istifade etsin diye meydanda duvarlara asmaktadır. Kağıda ve kaleme karşı aşırı bir sevgisi olan Çelebi, bu gazeteler vasıtasıyla kendi gayretleriyle okumayı öğrenir. 1946' nın Ocak ayında ilk defa köyde "hafızlık cemiyeti" tertip edilir. Altı çocuk, Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş, onlara köyde büyük bir kutlama yapılmıştır. Okula gidemeyen Çelebi, bu merasimden çok etkilenir ve dayısından Kuran-ı Kerim öğrenmeye ve hafızlığa başlar. Çelebi, Kur'an ilimlerini tahsil maksadıyla 1954'te İstanbul'a gelir. Bir hemşerisi vasıtasıyla Üçbaş Medresesi'ne yerleştirilir. Çelebi, burada altı ay boyunca Arapça ve din derslerine devam eder. Oradan da Üsküdar Çinili Medresesi'ne naklolur. 15 Mayıs 1956'dan itibaren de Mihrimah (İskele) Camii'inde müezzin olarak görev yapmaya başlar. 1957-58 yıllarında askerlik vazifesini ifa eder. Askerlik dönüşü bir süre Mehmet Nasuhi Camii'inde imamlık yapar. 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle birlikte üç yıl İstanbul'dan ayrı kalır. Bu süre zarfında Artvin'in Yusufeli ilçesinde müezzin olarak bulunur. Müezzinlik yaptığı sırada Müftü Hafız Bekir Efendi'yle tanışır. Bu karşılaşma Çelebi'nin yeniden İstanbul'a dönmesini sağlayacaktır. Bekir Efendi aracılığıyla Hasan Çelebi, 15 Ağustos 1963 yılında Üsküdar Sultan Tepesi Mehmet Said Efendi Camii'ne imam tayin edilir. 1964'te Şeyh Camii'ne, 1974 senesinde de Fıstıkağacı Selami Ali Camii'ne naklolur. 1987'de emekliye ayrılır. Halen İstanbul'da hat çalışmalarına ve talebe yetiştirmeye devam etmektedir. Hat Sanatına Olan İlgisi Çocukluğundan itibaren kağıtların Hasan Çelebi için karşı konulmaz bir çekiciliği vardır. Ciddi manada hat sanatına merakı ise, köydeki caminin yazılarına ilgi duyarak onları taklit etmesiyle başlar. Yusufeli'nde müezzin olarak görev yaptığı camiye levhalar yazar. İstanbul'a tekrar döndükten sonra görev yaptığı Sultantepe'de taş ustası Yusuf Efendi ile tanışır. Bu tanışma Çelebi'nin hayatında yeni bir sayfa açacaktır. Çelebi, Yusuf Efendi vasıtasıyla Hattat Hamit Aytaç'la (1891-1982) görüşür ve Hamid Bey'e kendisine hat dersi verip veremeyeceğini sorar. Hamit Bey de cevaben "Görüyorsun çok meşgulum, ama benim talebem Halim var, ona git o öğretir" der. Hasan Çelebi bu tavsiye üzerine Topkapı dışında Çırpıcı Çayırı'nda oturan Hattat Halim Özyazıcı'dan (1898-1964) meşke başlar. Bu onun hat sanatıyla olan serüveninin başlangıcıdır. Dört ay sonra Halim Bey bir trafik kazasında hayatını kaybeder. Dört aylık bir dersin sonunda hocasını kaybeden Hasan Çelebi ne yapacağını bilmez bir halde ortada kalmıştır. Tekrar Hamid Bey'e gitmeye cesareti yoktur, çünkü ilk teklifinde reddedilmiştir. Bu esnada Diyanet eski Reisi Ömer Nasuhi Bilmen'in oğlu Avni Bilmen'le karşılaşır. Üzüntüsünü ona anlatır. Avni Bilmen, Hamid Bey'e gitme konusunda Çelebi'yi cesaretlendirir.Hamid Bey'e gidip kendisinin selamını götürmesini ve talebini yinelemesini söyler. Çelebi o şevkle bir daha Hamid Bey'in huzuuna çıkar ve bu sefer derse kabul edilir. 6 yıllık bir çalışmanın sonunda Hamid Bey'den icazet alır. 14 Ekim 1964'te başlayan bu birliktelik Hamid Bey'in vefatına kadar 18 yıl devam eder. Çelebi'nin ikinci bir icazeti daha vardır. Çelebi, Hamit Aytaç'dan sülüs neshi meşkettiği sırada; 1966 senesinde merhum Kemal Batanay'la tanışmış ve ondan da ta'lik ve rik'a dersleri almaya başlamıştır. Batanay; mutedil, halim selim, geleni geri çevirmeyen, mütevazı bir kişiliğe sahiptir. Çelebi'nin talebelik arzusunu geri çevirmemiş, hemen kabul etmiştir. Aynı zamanda Hafız, tanburi ve bestekar da olan Batanay, Galata Mevlenihanesi'nde yedi yıl cuma imamlığı ve na'athanlık yapmıştır. Çok sayıda klasik besteleri mevcuttur. Vakit namazlarını dahi hatimle kılacak derecede ileri bir hafızlığı vardır. Hasan Çelebi, 1975 senesinde Ta'lik yazının üstadlarından Veliyyüddin Efendi'nin bir Ta'lik kıtasını takliden yazıp Kemal Batanay'dan icazetini alır.